Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

İZ

"orada!" dedi.
gölgelerin, dağların eteklerinde karanlığa gömdüğü yerleri işaret ediyordu eli
"oradan akan sularda yıkanırdı... ve nemli yüzüne vuran rüzgar, titretirdi dişlerini. suda, tesadüfen tenine değen balıklar bile saçlarından daha
sakin dönemezdi dip sularda. ışık, gözlerinde yansırdı, ayak bastığı kumlar sanki uzayda süzülürmüş gibi düşerken."
ve gözlerini ırmak sesinin geldiği vadiye doğru çevirdi
"güzeldi... dudaklarından suya dönerken, sudan sıçrayan damlaların güneşe kavuşan kolları ahenk içinde olurdu. sesi, akarsularda yankılanır,
doğanın bilinmeyen bahçelerinde gizlenen gözler dahi aydınlığı arardı öylece..."
ellerini açıp, olmayan birisine seslenirmiş gibi eğildi
"hep bir melodi vardı kulaklarında, mırıldanırdı onu. düşlerinin sesini anlatırdı yosunlara ve taşların altında yaşayanlara. ormanın, etrafı
böğürtlen kaplı patikalarında koşarken dalların üstünden zıplar, ağaçlarda uyuyanların huzurunu bozmazdı."
sonra yine gölgelere dönüp, göz kapaklarını yavaşça kırptı
"güzeldi... bir yıldız kayarken, gökyüzünde bıraktığı aydınlık iz kadar güzeldi."


Ahmet Özcan

Ah Sen Ceketime Tutun,Ceplerimizde CEMAL SÜREYA Yaşar

ah bu duygu ellerimi nasıl da çıplak bir alışkanlıkla sarmalıyor...kimseler görmemiş gibi sanki...ilk gidenin gözlerine bakıyorlar sürekli...ilk giden görmüş olsa anlardık diyorlar...ses etmiyorlar..sessizliklerinden anlıyorum...sessizlik ölüm gibi...ama bilmiyorlar ..bildirmiyorlar...küçük şehirlerde kurulan belediye hoparlörlerinden duyursaydım keşke sesimi...küçük şehirlere gebe kalmış olsaydım da gitmeseydin...giden gitmişti...ya da gitmek miydi...gitmek var mıydı..yoksa her şey aslında o ilk ilkel devinimsizliğindeydi de ben mi anlamıyordum ..birbirine karışıyordu...karışık bir hal içindeydim...karman çormandım sarmal geçişler gibi…
bizim ellerimiz de körpe vücutlar saklıydı...dişlerimizi geçirmiştik hatırla petra...etin dansı..gölgeleri..gölgeler salınır uzakta...gölgeler etini dişler...ah tuzlu bir yaz akşamıydı tıpkı bugünkü gibi..nasıl da göremedin...petra demiştim halbuki sana...petra vücudun ellerime kardeş…petra etin kemiğin yok senin...bir kadın bile değilsin belki..belki de bir roman kahramanı olacak kadarsın…
zihnimdeki petranın yüzü örtülü...çırılçıplak koridorda yatıyor...fazlaca seksi üstelik...kırmızı ayakkabılarını yeni çıkarmış...kırmızı ayakkabılarına uysun diye kırmızı ojeler sürdüğü ayak parmakları fazlaca güzel...ayak fetişisti olsam keşke diye geçiriyorum içimden...ah petra...dilimin kenarında çıkan küçük bir yara gibisin ..dilimle değmesem geçeceksin biliyorum ama değiyor dilim..zevk veriyor...içten içe seviyorum....petra dudağımın kenarında çıkan küçük yara...!
matruşka almak istemiştim geçenlerde sana...görsen aklın şaşar...o kadar güzel ki ..”böyle iç içe geçmiş” tutuyorum bir tanesini kocamannnnn..”ve nasıl söyleyeyim sana, incecik….porselenden daha ince, daha da ince...hiç bir maddede olmayacak kadar ince”...cebime koyuyorum onları cemal süreya şiirlerinin yanına...hatırla senle o yüksek katlı plazaların herhangi birine çıkıp insanların üstüne cemal süreya yağdıracaktık...tek istediğim buydu...bunun için bile gelmez misin petra...



GRİP

bahçede, üstüste yığılmış yüzlerce eldiven karşılıyor girenleri. pastel tonlarda ve pastil yutacak çocuğun öksürüğü tonunda eski
bir şarkı çalıyor pikapta.
köstebek yuvaları, bitkilerin arasına düşmüş yemiş kabukları, kabuk değiştiren böcekler dikkat çekmiyor. hemen yolun karşısında,
paslı kepenkleri yarı kapalı eski oyuncakçının vitrininde kırmızı yanaklı bir meksikalı adam gülümsüyor. diğerleri gibi, şapkası
bir kaç gündür kayıp.
çocuk, yatağına uzanıyor. gök masmavi gürlüyor, karnı gurulduyor çocuğun. çıplak ayaklarıyla, öksürüğüne inat mutfağa koşuyor.
boyunun yetmediği buzdolabının kapısını dedesinin bastonuyla açıyor.
ekmeğe fıstık ezmesi sürerken, dışarıya yağan rengarenk şapkaları izliyor.


Ahmet Özcan

belki de henüz hiçbir şey yazılmadı yeryüzünde



...ve bizler ...hep bizler...bize benzeyenler...bizler nasılsın sorusuna bile genel geçer bir iyiyim diyemeyen insanlar bütünüyüz...beynimiz bize gebe...biz beynimize gebe..ama bir gece alsak onu yesek nasıl hissederiz...çok mu zor gelir ki..sonra onu kussak..içimizden atsak ..o da mı zor ki...nasılsına verilebilecek bir iyiyim der çoğun insan...yap-boz..yap-bozlarda der iyiyim bütünlendim oh ne güzel diye...ah ama bizler ama bizler çok düşündük ..çokça gece ,geceyi yaktık bir sabaha...sabahlar zaten hiç bizim olmadı bunu da bildik ama yine de eski bir sekans gibi geceye yakıştık ve de gecede sevdik...kıpırtısız...sessizce sabahları karşıladık..daha ne olsun ki derler onlar..şükredin falan derler kesin...yok ama öyle değil ...değil o da değil dedik...gündüzleri o karmaşada o kadar çok ses vardı ki susabildik sadece..onlar konuştu biz sustuk onlar konuştu biz sustuk..ama gece olunca öyle bir hale geldik ve öyle bir hal alıyordu ki bu hal....herkes şaşkınlıklarından küçük dilini yutmuş bir şekilde susuyordu..gece biliyorduk ki güzel…ve onlar susuyordu biz konuşuyorduk,onlar susuyordu biz konuşuyorduk..!insan hiçbir zaman olmaz...oldum dersin ama olmaz..sonsuz kıpırtılı bu yaşam.dipsiz bir devinim..ama kimse durmaz ...kim durmuş ki..son yok ….kimse ve de hiçbir şey için yok...dönüşeceğiz bugün yok oluşa yarın kelebeğe belki de..acı var ama zor bir acı var...kozasından çıkarken kelebek kim bilir nice acılar çekiyor ama sonunda kelebeğe dönüşüyor ...o yüzden telaşlıdır bütün kelebekler…ondan böyle tüm gücüyle uçuşuyor..çiçekten çiçeğe konuyor..çünkü biliyor çokça acı çekti ve de yine biliyor çok az zamanı var...çok az zamanın var !

bilmemek iyi değil mi...bilince hiçbir şey iyi olmuyor...bilince ağırlaşıyoruz çünkü...bir başak gibi boynumuzu büküyoruz...kussak çıkar mı...ama genzimizde kalıyor..bırakmıyorlar ki adamakıllı kusalım geceye...yol gitsin bir gece..kendi yoluna git gece !...pencereme durmuş bakmaktaydım...severdim de gözlerini bir noktaya çevirip uzunca bir süre bakan insanları...şu "hızlı" dünyada bir tutam nefes gibi gelmişti bana...severim öyle insanları hüzünlüdür çoğu..hüzünden bakakalmışlardır...görsen çoğu ayrı bir resim zarafetindedir...benim odamın penceresi de benim tek nefes alış yerim gibi...dışarısını görmüyorum sadece ufaktan ışık sızıyor içeri...hangisi gerçek hangisi gerçekdışı birbirine karışıyor böyle zamanlarda...hayır sanki gerçeği bilsem seçeceğim onu...yine seçmeyeceğim...benim duyumsadıklarım rengarenk ..siyah gibi...yüzümü boyayıp dışarı çıksam bu gerçek olabilir mi diye düşünmüştüm bir gün...sanırım gülerlerdi ...ya da "deli" derlerdi...onların gerçekliği alışkanlıkları..benim değil...delilik bir aydınlamadır...!



Murat Uyanık

ikindi yalnızlıkları

..ikindi yalnızlıkları soğuk ter üşüyen eller kan sığınağı gözler gece kelimeler ah bilmez miyim kelimeler dilimde kırmızıya çalar ah bilmez miyim nedendir ...deli olsam şimdi burada ne işim var okul zilleri arasında andımızı neden okuyayım sana varlığım varlığına armağan olsun istemem deli olsam oysaki aşkı böyle bellemişler bir ritüel eşliğinde armağan edeceğin binlerce anın olmalıymış aşk böyle işlermiş saat tıkırtısı gibiymiş aşk eğer bir tek parçası çalışmaya görsün hemen bozulur gidermiş ve sen o saati yaptıracak hiçbir saatçi bulamazmışsın ...ah deli olsam şimdi gece kalkar dans ederdim gündüz şarkılarıyla kimliğimi göstermemek için kimliksizce yeni bir kimliğe bürünürdü ellerim deli olsam ah deme bana şimdi delisin benim de derin kaygılarım var ya deli değilsem diye...gece gece üstüme çöreklenme ve de bütün çöreklerini bana yapma kırıntılarını topla masa örtüsünden atılmasın yazık günahtır..siniye koy beni ve beynimi aç otur bir güzel ye beni ama öldürme bu anıları


Murat Uyanık

üstüme yürüme...gölgem tecavüze uğruyor

daha iyisini de yapabilirdim diyorum bazen...ama kimsenin zaman makinesi yok ki ...daha iyisini istemekle değil ...daha iyi yaşama kaygısı hiç değil...hani o hayattaki sıralamalardan da değil..ama bizzati yaşamanın kendisi iyi olabilirdi...ama diyorum nereden çıkıyor onca cümle..zihnim sevişiyor benle...fazlaca da gösterişli...ve de cesur...sen kırmızı ruj sürmüşsün gibi dudaklarına..,karşımda belirsen bu kadar güçlüsün derdim,altında ezilmiyorsun ...o yüzden kırmızı ...ama biliyorsun yine de bir keder var...ama senin dudaklarında bir hüner...ve ellerinde ritmik sesler...sanki evreni çınlatıyor !
delisin sen sana bunu daha önce söyleyen oldu mu bilmiyorum...aklın nerede kalmış da bu ürkek yalnızlığını bastırmış ve hepsini yok ederek içinde ,kendi lav kızgınlığını yaratmış...delisin sen bunu sana daha önce söyleyen oldu mu bilmiyorum ..ama ne fark eder ki kovayı doldurmuşsun ağzına kadar ve suratını içine gömmüşsün…ah senin kırmızı rujun akacak…rujun kovadaki suyun hacmiyle doğru orantıda kırmızılaşacak..ah yapma bunu ..ki ne güzel de yakışmıştı dudaklarına kırmızı..kanla karışık şimdi kova..hangisi daha baskın…akan kanın mı …yoksa kırmızı rujun mu…. tanıksın işte yüzüne..ki hala aynaları kırıyor çelik bakışların...delisin sen şu evrende ad sanı konmamış herhangi bir toprak parçasını içine alacak düzeyde ve onunla yeniden sezeryanla doğacak ve de o ilk doğumla yeni evrenin ilk nefes alışçısı olma şerefine nail olacak bir deli..delisin sen sana bunu daha önce söyleyen oldu mu bilmiyorum...!

Fanzin Sergisi 1: Ankara

11 Nisan 2010 tarihinde Ankara'da Araftafaray Kafe/Bar'da Fanzin Sergisi'nin ilki yapılacaktır. Yaklaşık 60 tane fanzinin ve 20 tane de "Yeraltı" temalı çalışmanın sergileneceği güne hepinizi bekleriz. Aynı zamanda o gün kes-yapıştır günü olup, hep birlikte fanzin çıkaracağız. Kes yapıştır için malzeme biriktirmeye şimdiden başlayın ve o gün "pritt"lerinizi yanınızda getirin.:)


Serginin tarihi ilgiye göre birkaç gün daha uzatılacaktır.

Araftafaray adres:

Konur sokak No: 11 Kat 3
Ankara, Turkey

http://www.facebook.com/group.php?v=info&ref=ts&gid=77647546548

iletişim için: dusunkarafanzin@gmail.com
anlasilamamak@hotmail.com
etkinliğin facebook bağlantısı:
http://www.facebook.com/event.php?eid=104548292912955&ref=nf

Sergide yer alacak fanzinler:

07 Gençlik fanzin
Alabalığın Tuğlası Fanzin
Alternatif Fanzin
Anestezik Fanzin
Ankaradabalıkekmek'in Fanzin Arşivi
Anlaşılamamak Fanzin
Asiye - Huzur İsyanda Fanzin
Bataklık Fanzin
Cinayet Fanzin
Ben-Zine
Deccal Fanzin
Diabetik Pıt Fanzine
Düşizi Fanzin
Düşünkara Fanzin
Ehbap Fanzin
Etilen'zine
Gazoz Kapağı Fanzin
Gudubet Fanzin
İktisat Siyaset Fanzin
İsyankar İşçi Fanzin
Karton Fanzin
Kolera Fanzin
Kuzgun Fanzin
Lal Fanzin
Mabel Fanzin
Mondo Trasho Fanzin
Noktasız Fanzin
Nükleer Sızıntı Fanzin
Perde Fanzin
Prematüre Fanzin
Provokatör Fanzin
Sadako Fanzin
Satırarası Fanzin
Serzeniş Fanzin
Sokak Edebiyatı Fanzin
Son Durak Avcı Toplayıcı Fanzin
Tuzak Fanzin
Uygarlığa Karşı - Kendi Kendine Yap Bülteni
Varoş Fanzin
Veganarşi Fanzin
Yabanıl Fanzin
Yedek Parça Fanzin
Yeraltından Notlar Fanzin
Çamur Fanzin
Çizgi Fanzin
Önsöz Fanzin
Şişedeki Balık Fanzin

Görsel çalışmalarıyla yer alacak olanlar :

Ahmet Özcan
Aslı Yücel
Emre Gürcan
Feride Hacıbektaşoğlu
Kerim Akbaş
Mehmet Emre Yılmaz
Sibel Bozkurt
Ulaş Boğan
Uğur Ungan
Ölüyengecinkaresi