Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Yalnız bir adamım ben



Yalnız bir adamım ben..yalnızca esrik gölgesine tutunmuş ,yaşayan..yaşamak burada hiç de kelimenin karşılığını bulmuyor belki…burada yaşamak bayağı bir gölge işte…şaşkın şaşkın yüzüme çizdiğim renkli kalemlerin dili olsa da konuşsa..kırmızıyı çok sevmişti yüzüm…keza siyahı da öyle…içime attığım nice yangın yerini de sevmişti…şimdi böylece eski bir susuşa hazırlaya hazırlaya kendimi de attım …denizler kurudu tüm bunlardan..boya kalemleri silik…boya kalemleri o boya defterlerinin içinde bir yerde kilitli kalmış da göremiyormuşuz gibi…yalnız bir adamım ben …bunun zamanla bir ilgisi yok…bunun bir kişiyle ilgisi yok..yalnızlık zamandan ve de insandan da önce vardı bende..şimdi nasıl olmasın ki…yalnızlık eski bir toz bulutu…yalnızlık boş bir küme…alt kümelerinde de küflü bir şeyler gezinir …eski bir uyanış faslını geçmeliydim…ve de kendimi yine o olmamışlığa hazırlamalıydım…ama yapa yapa sadece buna üzüldüm…biliyordum bu bir oyundu…körebe,saklambaç gibi bir şey…biliyordum aslı vardı…olmalıydı ..olacaktı …kim saklanacaktı…ve de kim gözlerimi kapatacaktı o siyah tülle…bu bile yok…yok zaten yokluk üretiyor sadece…hiçlik bir yılan gibi sokulmuş yanıma…neredeydin dememeliydim…ama dedim..ilgiliymiş gibi görünmekten nefret ettim ama sordum..buradayım dedi…biliyorum tüm bu sorular lanetlenmişlerin başına gelenlerden dedi…anımsadım..anımsardım …anımsıyorum…biliyordu tüm cevaplar,zor soruların esiri…bende hiçbir şeye bir anlam vererek kabullenişe giriştim..ilkin çok zor oldu kabul etmeliyim…yalnız bir adam olduğumu itiraf ettiğim ölçüde zordu bu da…ama yaptım…yapmanın iyisi de kötüsü de olmazmış…yaptım işte…yapmalıydım..yapacaktım..yapıyordum binbir güçlükle benden istenileni…köle olacaktım tüm o balıklarıma…köleyi oynayanı iyice ezberledim…tüm hareketlerini,tüm mimiklerini…suratına yerleştirdiği tüm şaşkınlık ifadelerini…şimdi usta biriyim,şaşkınlık nasıl olur iyi biliyorum işte…yüzüme takındığım onca yüklü sıfatla ne yapılır onu da biliyorum…övün dünya benden..övün dünya bana …biliyorum…!

Sinsice gelen yine sinsice gittiğinde birden kalakaldım..halbuki buna da alışmıyor mu insan…alışmalıydım..alışacaktım..alıştım da…ama yine de birden yokluğuyla kalakalınca insan boşluğa düşüyor..bu da bir itiraf işte…bunu da yaz dünya…kurut yalnızlığımı da anla…bunu da anla dünya….işte bu da bir itiraf…seviyordum onu ..delice…sevmek sözcüğü ne kadar büyükse benden de büyüktür o zaman diyordum bu…aşıyor beni…aşamıyorum..aşmalıydım..aşacaktım…aşamıyorum…benden de büyük işte…o yüzden sever mi insan ..büyüklüğüne hayranlık eski bir toz bulutu mu ?...seviyordum çünkü hayranlığım kat be kat artarken her gün bunu başka türlü açıklayamıyordum içimde..içim bir açıklama beklerken öyle şaşkın şaşkın duramazdım…içimde benden büyüktü..benden yüksek bir şeyler oluyordu…seziyordum..sezmeliydim…sezecektim…olanla ölene çarenin bulunmaması gibi bir şey …olan bitiyordu çünkü olmuştu..ölen de bitiyordu çünkü ölüyorlardı işte…ama sevmek ..ah sen ceketime tutun demiştim…tutunsaydın ölüler miydi hiç bütün ölüler…ceketimin cepleri sıcak bir öğleden sonrası …hay aksi şeytan ceplerimin cepleri toz bulutu..yağmur öncesi …fırtına öncesi sessizlik ceplerim..hay aksi şeytan yılan içimde kıvrılmış …kıvrıla kıvrıla tüm bunları anlatmış …ben sevmek dedikçe ceplerimi karıştırır…bana eski hüzünlü bir öyküden dem vurarak tüm bunları hatırlatır..bana o eski yalnızlığımı hatırlatır….hay aksi şeytan ben onu bekliyordum halbuki neden aklına girdin..neden ceplerimin en derinlerinde ki o yağmur öncesi hali gösterdin ona..halbuki ben ona yağmur sonu toprak kokusu saflığında ve de en naif halimle yine şiirler biriktirmek uğruna harcadığım geceleri anlatacaktım…belki de anlatmaktan korkan yanımı mı gösterdin ona…sevmek diyordum çünkü beklemek bazen delice sevmekle eşdeğer oluyordu bana…sevmek eski bir oyun,körebe gibi ,saklambaç gibi bir şey….bunu da mı görmedi…bunu da mı göstermedin…en korkulu rüyalar gibi…hani uyanır ve gerçekliğinden şüphe edersin ya …bunun gibi mi…bilmeliydim..biliyordum..bilecektim…ne olur anlat bana …anlamalıyım…tüm bedenimle ,tüm kaslarımla tüm benle anlamalı…ne olur bildiklerim ürkünç …masal canavarları gibi bir şey…sevmek dedim ,yalnızlık dedin…halbuki evet sevmek o çocuk işi oyunları işte…ne diye dil döküyorum hala ,anla beklemeliyim…

Yalnız bir adamım ben bunu taa en başında söyledim…yalnızlık ölüm girdabı gibi…yalnızlık olanla ,ölen ikileminde bir bulut..ceplerimin en derininde görmemeyi umduğum o ince sızı..yağmur öncesinin o şaşkın hali…yüzlerdeki şaşkınlık,yalnızlık…bekletilmeye gelmeyen,ilgisini hep isteyen o çocuk gibi yalnızlık…merdiven boşluğu…apartman boşluğu..çıplak ayaklar..çıplak eller…ruj kırmızısı…dudak boyası yalnızlık…tüm bunların ötesinde hala beklemeliyim inatla diyen bir ben varsa burada işte budur yalnızlık…yalnızlık beklemeyi iyi bildirir..işte asıl budur yalnızlık…

Beklemeliyim inatla çünkü bunun içindir belki de asıl yalnızlık …


Deli lan bu balıklar !

Şimdi böyle suskun ve de kendini hiçe sayan bir gölge gibi gitmişliğim de olmuştu..ve bir kızgınlık çağında kendi kendime kalışlarımı saydım…tüm toplamlar ona çıkıyordu…işte ona yokluğa..biliyordum ama istiyordum..ya da istemiyordum da yine de biliyordum..çıkacaktı..çıkmalıydı…çıkıyordu işte..ve de ben her gün sonunda bunları bir kovaya atıp balıklara dekorasyon olsuna niyetlendim..oldu da..sevindiler..turuncular bir yana ,lepistesler bir yana uçuştu..ulan kanatları bile çıktı şimdi..parlaklığından çekindim ilkin..gözlerimi kamaştıran bu ışık eski gölgem gibiydi..şırıl şırıl akan esrik bir gölgenin akılalmaz yakıcılığı..kim görürse işte yine böyle yaptı bu çocukcağız gitti dediler..biliyordum ..bilecektim..bileceklerdi..başka bir yol olmalı diyen tüm o bilginler kendi susşlarına neden bulamazken gittim çünkü…tüm o gezginler,tüm o keşişler gitmeden önce gittim..ayağımı bastığım bu toprak parçası o kadar parıldıyordu ki altımda,bunu da o balıkların işi belledim…toprağın usulacana elimde unufak oluşunu izledim…tüm izleyenlerde gizli bir telaş..gizli bir heyecan kumkuması…biliyorlardı ….herkes bu filmi en az bir kere görmüştü…biliyorlardı izlenecek nice türlü şey vardı..o yüzden telaşlarını anlayabiliyordum..anlayacaktım..anlamalıydım…anladım da…bildim tüm o balıkların işiydi bu da…kanatları çıkmış lan bu balıkların..uçuyorlar suda..suda bir şaşkınlık…suda aklın bir anlık sapması…yüksekçene bir yerden atlamak ya da yine yüksekçene bir yerden düşmek gibi bir şey…ucunda hiçbir şey görünmeyecek ve de yakılan onca ağıtlar hiçbir şeye yaramayacak…çünkü o toprak ıslaklığından muzdarip değil..övünç duyduğu nice şey var..bilirler ki onlar her zaman her şeye yine de ağıt yakarlar..yaksınlar ..hatta mumlarla ve de gece fitilleriyle gelsinler..ve de ateşlesinler…ateş edin…ateş edin…dünyaya birden çok ağıt yakıcı gelmiş işte..ve yine tüm o izleyenler bunu da bir reality şov tadında izleyecekler zaten..biliyorlar çünkü ben biliyorum…ama yine de konduramıyorum…gözleriyle hüner sergileyenler körebe oynayacaklar…gözleriyle oynayan en iyi körü seçecek..kimin gözleri balık gözüne benziyoru tartışacaklar...yine balıklarda bir şaşkınlık..su bulanacak…su kötürüm olacak…topal su şelaleye dönüşecek…belki de hayatında ilk defa iyicene bir ölecek…güzel bir ölüm için nice ölümler olacak…ama yok demeyecek..gaz pedalları bilecek..akslar,süspansiyonlar bilecek,difransiyeller bilecek…otomobili otomobil yapan her şey bilecek..tüm hızlı araçlar bunu bilecek..motorları yok sayarcasına o güce tapacaklar..tapınacaklar çünkü başka bir şey yok ellerinde..bilecekler o balıklar sadece suya aşıktı…ama o su bunu bildiğinden midir nedir ,sadece geceye aktı…”su çürüdü”..kimliksiz ve de tekinsiz bir sarhoşluk olarak açıklanabilirdi ama açıklanmadı..açıklayamadım..açıklayamazdım..açıklanamadım….o yüzden sadece yüksek kuruldaki tüm o izleyenlere bir tek söz edemedim…ellerimizi açıp kandili yaktık..ve de eller gökyüzünde..ve de eller gökyüzüne ve o balıkların kanatlarına…bir tutam kanat boşluğuna açılan o ellerin gölgelerine…kimse beğenmedi..beğenmek istemedi …çünkü inanıyorlardı hala ..inanç su gibi çürürken bile inandılar..balıklar boşa kaçtı…boşluğa kaçtı…boşluğu sevdi…tekinsiz aidiyetsizlikler çağına bir tek o balıklar yakıştı…ama yine de tüm izleyiciler bir olup deli lan bu balıklar dediler…aksini ispat edemedim..edemezdim..etmedim de..sadece gözlerine iyicene bakıp keskin ve de piç bir gülüş savurdum..birden anlar gibi oldular…ama yine de toz kondurmadılar cilalı gülüşlerine….
Şimdi böyle suskun ve de kendini hiçe sayan bir gölge gibi gitmişliğim de olmuştu..bunu hep bildiler…ve hep bildiklerinden de susu oynadılar..işlerine geldi..çünkü yapacak hep bir iş buldular kendilerine…hep bilindikdiler..biline biline bilindiler…bilinçliydiler..bilinçlene bilinçlene bilinmezi oynadılar…halbuki su biliyordu..akacaktı ve de o kızgınlıkla tüm bilinenleri takacaktı arkasına..ama bilinenin ve de görünenin arkasındaki balıkları unuttular..suda balıklar çırpınır..gökyüzünde balıklar çırpınır..ellerimde balıklar çırpınır..tüm aklı tüm varoluşu ve de tüm herşeyi önüne atıp sürükler…izleyicilerde heyecan yerine büyük bir korku…izleyicilerde keskin bir kaygı..ellerini gökyüzüne açarlar…hey ulan balıklardır yukarıdaki ne sandınız siz…yukarılara eller açılır…boşluklarını görürler..çünkü bilinenin ötesinde bir başka bilinen var ve de bunu en iyi bilen yine o balıklardır…turuncu balıklar size efendi olur…insanlar size köle…izleyiciler zaten hiç olmamıştır…tüm hikaye müfredatın sistematikliğinde ilerler..tüm hikaye onun yazanın bir anlık akıl sapmasında ilerler..yoksa her şey bilindiktir…yoksa kimse uzağı göremez…diplerde aranıp durma..diplerde aranıp durma..diplerde eski bir keşiş gibi yolunu kaybedenlere söylediğin o yitik öykülere bürünme….hiç bir şey eski alışkanlıklarından ötesine geçmiyor bak bunu görmüyor musun..sana şimdi gündüz gözüyle bakmak da vardı..hem o kurul daha toplanmamıştı ..bizim kararımız okunmamıştı ve de okul zillerinde ki o hüzün anı henüz duyulmuyordu hiçbir okulda…ama nedense inatla her sabah and içiyorduk kayıtsızca… varlığımız yine varlığımıza armağan oluyordu...havai fişeklerle karşılıyorlardı bizi..ve de rahipler tarafından kutsanıyorduk...vaftiz suyundan içiyorduk kan kana ...rahibeler vaftiz suyumuzu ayaklarımıza döküp parmak uçlarımızı yalıyorlardı...peder kalp krizi geçiriyordu bunu görünce....tüm ambulanslara çarpıyorduk ..hemşireler çılgına dönüyordu...ellerinden işlerini alıyorduk ..biz yine vaftiz suyuna çorba oluyorduk...içine kıtır ekmek...biz yine, bize gebe oluyorduk .. bizi bizden doğurup bizle yıkıyorlardı ..teneşirler paklıyordu bizi..... solucan krallığını kuruyorduk toprağın altında...solucanlarda bir telaş..solucanlarda ilk yargının keskin örgüsü...yok oluyorduk ama hiç de olmuyorduk..biliyorduk zaman gelecek..ama zamanı leblebi tozuna karıştırıp mahalle arası bakkallarında satıyorduk ..yiyen bütün çocuklar zamanı kusuyordu zamanla ve zamanı aşılıyorlardı ellerinde..leblebi tozu macuna dönüşüyordu..dedelerin sattığı şu renkli olanlarından hani...biliyorduk bir son vardı..diye...diye diye denenmeyecek oluyorduk...toz oluyorduk yine..toz..ve de bitik ülkeler çağında iki yitik ruh...oluyorduk !

Şimdi böyle delice çığlık atıp göğün en üstündeki musikiyi bozana iki çift laf etsem sanki anlayacak gibi olur…ama ses etmez yine de …tüm o balıkların turuncu rengini çalan da “o” çünkü…nasıl ses etsin ki..hem ben hem sen hem de o üçümüz fiili birer yaratık gibi sonuçsuzca balık diye tutturduk …bunu da biliyorlar o yüksek kuruldakiler…ve balıkları sadece akvaryumda görüp ondan denizleri yaratıyorlar…su zaten çürük yumurta gibi kokuyor…oysa ben fıskiyeden o su yerine çıkan turuncu Japon balıklarının akmasını istemiştim ..sen ve ben görelim diye delice hayal etmiştim…belki insanların üstlerine de akar diye tüm o balıklardan medet ummuştum …ama o tanrı belledikleri her şeyi bir gece mahvetti… çünkü mastürbasyon yapıyor ve de çaktırmıyordu da…ama o kadar insan nasıl oldu birden anlamalıydım…anlayamadım…anlamsızlaştırdım…ama çünkü “o” isterse olur hep bildiler…bize her gün bunu söylediler… tıpkı okul zillerinin anlamsız hüznü gibi…tıpkı o okullarda okutulan and gibi …mastürbasyonla evreni yaratacak kadar büyük bir tanrı o..
O yüzden kendisi en büyük günahkar…..çünkü “o”böyle istedi ve de ona inananları değil de en çok inanmayanları sevdi..piç çocukları sevdi “o”, çünkü yine en çok ona yakıştırdı kendini..ve yine o piç çocuklar onunla anlamlaştılar.. ...ve de “o” kudretini yine o piç çocuklardan aldı…

Tanrı, deli lan bu insanlar dedi,deli dedikleri tanrıyı öldürdü..
Tanrı, deli lan bu balıklar dedi,insanlar da o balıkları yedi !


kelimeler bir rakkase kıvraklığında dans ederken kimse sonunu getiremez ..çünkü herkes o rakkasenin kıvrak beline gözüne diker..kaçırdıklarına yanarlar ama bilmezler..dışarıda dünya yanar..ama o ateşli rakkase tüm gün dans eder...