Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

TRİER: RUHUMUZA ÇARPAN BİR GEZEGEN





“Dünya kötü bir yer, onun için üzülmemeliyiz…”

            Böyle diyor Justine, dünyanın son gününde, yok olacakları için gözyaşı döken kız kardeşine. Bunu söylerken gözünü bile kırpmıyor. O an geldiğinde gözünü inatla gittikçe büyüyen beyaz ışığa dikerken de gözlerinde aynı bakış var. Varlığımızdan çürümenin kokusu geliyorken yokluğumuz için üzülebilir miyiz? Yani en kötüsü olsa bile… Mesela bir gezegen hızla dünyaya yaklaşıyor olsa…Dogma akımının en önemli temsilcilerinden Lars Von Trier,  son başyapıtı Melancholia'da bu soru üzerinden varlıkla yokluk arasındaki ince çizgide yürüyor.
Yaşarken kanımızı donduran, ruhumuzu sarsan ve sersemletici bir köşe kapmaca oyunuyla aklımızı alan her şey, aslında sadece gerçektir ve gerçek, tüm yaşananların karşılığı değildir; sadece bizi çürütür. Trier’in Melancholia’sı çürümenin filmi aslında. Oyunun dışında, çemberin uzağında, bu dünyanın üzerinde kaybolmuş bir gezegen gibi dolaşanlarınız bunu gayet iyi anlar.
Filmin güzel gelini Justine etrafına saçtığı zoraki gülümsemelerin ardında dünyanın hüznünü yaşatıyor bize. İnsanların bir araya geldiklerinde başlattığı trajikomik yaşamsal uğraşlar, taktıkları maskeler, zorla büründükleri roller karşısında onlar gibi olamayan, aslında onlardan olmayı hiç istememiş gelin Justine, yaşamın büyük acısı içinde kıvranıyor. Yani hepimiz gibi… Her ne kadar kabullenmek istemesek de üzerimize yapışan toplumsal rollerimizi oynarken kıvranıyoruz. Justine dünyanın sonunun felaket mi yoksa kurtuluş mu olduğu konusunda sorular sorduruyor izleyenlerine. Psikolojik felaket türüne kendi bakış açısını ustalıkla getiriyor Trier. Bu da onun alametifarikası olsa gerek.
Varoluşçu sancılar, bazen ne söze ne de sese dökemediğimiz ve insanı içten içe kemiren acı Krstine Dunst’ın oynadığı Justine karakteriyle bizi hiç yormadan, büyük laflara gerek kalmadan öylece sere serpe önümüzde uzanıveriyor. Diğer yandan Justin’in kız kardeşi Claire, insanlığın can havliyle tutunduğu zavallı nafile umudu son sahneye kadar canlı ve diri tutuyor. Bunu yaparken sergilediği olağanüstü gerçekçi oyunculuk da gözlerden kaçmıyor. Dünyanın trajik sahnesinde ne işi olduğunu sorgulayanlar ve bu trajedinin içinde ruhunu kurtarmak için amansızca çırpınanlar filmdeki iki kız kardeşin ölümlü gözlerinde ölümsüzleşiyor.


Trier, son harikası Melancholia’da simgeler, dini öğeler ve sürrealist imgelerle o lanet olası gerçeği öyle güzel bezemiş ki filmin başında ekrana gelen görüntülerin yarattığı büyülenme hali, filmin sonunda sadece ekrana değil, ruhumuza da çarpmakta olan bir gezegenle fikriyatımızı yerle bir ediyor ve elbette filmde en göze çarpıcı unsur her zamanki gibi Trier’in kadınları.

Filmin açılış görüntüleri ve ona eşlik eden Wagner’le birlikte kendimizi Trier’in muazzam ayininde insan olmanın acıklı tiradını dinlerken buluyoruz. Üstelik burada tek bir kelimeye bile ihtiyacımız yok. Çığlığını geceye uzatan bir beyaz at, beklenen sonumuzu müjdeleyen yıldız şöleni, körü körüne inandığımız masumiyetin simgesi bir çocuk, dünyanın görkemli, soğuk arka bahçesi, tüm bunları gören bir kadın ve büyük çarpışmaya yaklaşan iki gezegenin hayranlığa şayan ölümcül dansı… Trier filmin ilk saniyesinde aklımızı almaya cüret ediyor.
            
           Durmaksızın yıldızları gözleyen güzeller güzeli bir gelinin görkemli düğünüyle başlayan film, dünyanın son gününü anlatarak biterken burada gördüğümüz ne başarılı bir dram ne de başarılı bir kıyamet senaryosu aslında. Bu film damarlarımızda durmaksızın dolaşan acıya ve bizi hayatta tutan ölümcül yaşama sancısına dair epik bir güzelleme. Trier akıp giden rutin hayatlarımızın içinde kaybolduğumuzu, ruhumuzun ölmek üzere olduğunu bizi sarsarak hatırlatmak istemiş. Yaşam koşulları, kanunlar, dinler, töreler, çağdaş yaşamın getirileri, yasalar ve bize söylenmiş daha pek çok büyük yalanın içinde git gide ölüme terk edildiğimizi ve bunların bizi ecelimizden çok daha önce öldüreceğini dünyaya çarpan bir gezegen imgesini kullanarak anlatmak istemiş. Yoksa filme adını veren bu kurmaca gezegenin adı neden Melancholia olsun ki?
           
“Melancholia denen menem dünyanın sonu mudur gerçekten yoksa dinmek bilmeyen kederin aslında ta kendisi midir?” Bu soru sizi kemirirken, filmin son sahnesinde içinizdeki ikinci insanı keşfedeceksiniz. Bu filme dair son cümle elbette Trier’in kendisinden gelmeli: “Daha fazla mutlu son yok.”