AMA MERAK ETME BEN ÇOCULUĞUNBÜTÜN ARKEOLOJİSİNİ ÖLDÜRDÜM
BİRÇERÇEVE PEŞİNDE KOŞTURUP DURAN EN SEFİL
BİR EMPRESTYONİST VE YAHUDİ BUNU KONUŞTULAR
GECE ELİMDE SİGARA VARMIŞ HAY ALLAH
GECE HİÇ BİR SİGARA DEĞİLMİŞ CÜMLESİ
YOK Bİ,R İLİŞŞKİSİ DAHA ÇOCUKLUK ARKEOLOJİSİ HAYALLAH
ORDA DURGUN
İKİ TRAVMA
GECELERİ OLUŞAN BİR KİİP HANİ
ÇOĞALTMAMA GEREK YOK
İKİNCİSİ KİPİN HER DAİM KÜPELERİİ TAKILI OLGUNLUĞU
GECE ELİMDE SİGARA VARMIŞ HAYALLAH
GECE ELİMDE
BİR BULUT DOLAŞIYORMUŞ HEMEN
BEN ÇOK OLDU BİR DUVAR ÖRDÜM ORTAYA
ÇOCUKLUK ARKEOLOJİSİ ÖLDÜREN GECELERİM DE OLUYOR
BU BİR İMDE OLUYOR
ÇOĞUNLUK ÖLDÜRÜYORUM
ELİMDE BİR SİGARA VARMIŞ HAY ALLAH
BİR ELİMDE PARAÇALANMIŞ TOZLARINDA KUM KÜTLELERİ DOLAŞIYOR
AMA GÜLMEK AKLIMDA YOK YÜZÜNE BAKIYORUM BAKIYORUM
YÜZÜ BİR SİPERE GÖRE OLDUKÇA BUNALMIŞ HAYYALLAH
AMA BİZİM GÖZÜMÜZÜN Bir bölümü BÖYLE
ama B,İZİM GÖZÜMÜZÜN BİR Bölümü BÖYLE DALGIN DOLAŞIK
BEN ÇOK OLDU BİR DUVAR ÖRDÜM
ÇOCUKLUK ARKEOLOJİSİ ÖLDÜREN GECELeRİM OLUYOR
Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya
KALAN
Sarıdır göç
Bırakır onu göçer…
Anmalar o uzun,
Anlamalar ne kısadır!
Ezberden yatıştıramaz atlar koşmayı
Aşk mı?
Yaşanmamış bir anımsamadır…
Öyleyse söz gereklidir
Öğleyse cibinliklerde çocuklar uyumakta
Öndeyse yalnızlığıyızdır bir şövalyenin
Sevdalar çarpar,
Sevdalar çarpar ölür zırhımıza…
Aksettikçe dağlardan,
Kanayan bir soru vardır;
Çarpıp çarpıp ıssızlığa
İkilenen, üçlenen, hiçlenen…
Nerdeyse artık uçurumların bir cazibesi vardır
O göksel kuşların,
Yüksekliğe daha bir görkem kattığı.
Neyi taşırırsa nehre düşen son damla,
-Gözlerin o vakitlerdir -
O vakitler ki, bir ağlama duvarıdır can evimde
Gün ışığı bir sevinçle sevince bile,
Rengidir acıların yalnızca değişen
Ta ki, yüreğimizi bölünceye
Hüzünle/şen akşamlar…
Göğe kendini tanıtır elbet,
Saf ve kendi kendini oluşturmuş kuyu:
Arıdır su
Bırakır onu
Yağmur
Diner…
Şiir ve Fotoğraf:
Bırakır onu göçer…
Anmalar o uzun,
Anlamalar ne kısadır!
Ezberden yatıştıramaz atlar koşmayı
Aşk mı?
Yaşanmamış bir anımsamadır…
Öyleyse söz gereklidir
Öğleyse cibinliklerde çocuklar uyumakta
Öndeyse yalnızlığıyızdır bir şövalyenin
Sevdalar çarpar,
Sevdalar çarpar ölür zırhımıza…
Aksettikçe dağlardan,
Kanayan bir soru vardır;
Çarpıp çarpıp ıssızlığa
İkilenen, üçlenen, hiçlenen…
Nerdeyse artık uçurumların bir cazibesi vardır
O göksel kuşların,
Yüksekliğe daha bir görkem kattığı.
Neyi taşırırsa nehre düşen son damla,
-Gözlerin o vakitlerdir -
O vakitler ki, bir ağlama duvarıdır can evimde
Gün ışığı bir sevinçle sevince bile,
Rengidir acıların yalnızca değişen
Ta ki, yüreğimizi bölünceye
Hüzünle/şen akşamlar…
Göğe kendini tanıtır elbet,
Saf ve kendi kendini oluşturmuş kuyu:
Arıdır su
Bırakır onu
Yağmur
Diner…
Şiir ve Fotoğraf:
Fetih DOĞRU
Astral Seyahatler Güncesi !
Çellolar en kızgın ve de en hüzünlü şekilleriyle çalıyorlar..odamın
ortasında bir balerin dans ediyor…elimin gölgesindeyse bir balet ona eşlik
ediyor…elimi yere bıraksam kavuşurlar mı birbirlerine bilemiyorum…ben o ritmik,
ben o kızgın, ve ben o hüzünlü çellolara düşkün biçare yerde boylu boyunca
uzanıyorum… aman allahım hayat ellerimde bir balet !.. neden bana eşlik ediyorsun hayat !…ellerimin
haritasını çıkarmışsın ve kıs kıs güleni oynuyorsun şimdi…bunu da nereden ,nasıl çıkardın…hangi
çılgın astrolog verdi sana bunları…kıs kıs gülen ve de gece, yani tüm o sesler
kesilince birdenbire ortaya çıkan ,ürkütücü yanları olan o tüm insanlığın ve de
uğruna içilen bilmem kaçıncı bourbon gibi biçare nasıl çıktın sen…ah nasıl da
biliyorum tüm bunlar senin eserin…kulakları tıkalı gözleri kör ve de ağızları
sıkıca kapalı… eğer kulaklarınız varsa ya da hala duruyorsa iyicene açın muslukları …sular değil kulak
çınlaması gibi gerinsin geceye her şeyiniz …evet gece,çünkü gece en büyük katilimdir benim…çünkü en büyük iç savaşlarımı o zamanlar
verdim ben…çünkü gece olunca susmak bilmeyen bir başka beni çöp kutusuna attım
,üzerine işedim..mızraklarla,sopalarla geldi üstüme ama yılmadım…sonra da bu bana
düşman ,adına hayat denilen büyük abiyi
bir güzel benzettim..yani gece ve hayat benim kanalizasyon borumdan geçip
nereye gittiği belli olmayan bir yere gittiler…şimdi bir tek sinekler kaldı
geriye…odamın penceresini sonuna kadar araladım ama kar etmedi bu..sonra sinek
ilacını aldım bir güzel sıktım odaya…o tanrısal odanın her tarafına pis bir
koku yayıldı…sinekler bir uçuştu,iki uçuştu sonra patır patır düşmeye
başladılar halıya…halıya ezoterik bir görüntü yayıldı..halıya aklımın bir anlık
sapması yayıldı…midem bulanmaya başladı…banyoya gittim..yüzümü yıkadım..ellerim
şaşkın şaşkın kendime bakıyordu…bende aynı ritimle kendime bakıyordum…aynadan
yansıyan yüzüm az önce öldürdüğüm sineklere
benziyordu…korktum, apar topar kaçtım banyodan ..yatağıma uzandım sandım ki
yanımda yine benle eşleşen bir başka ben
vardı …ben ne zaman ikiz olmuştum…ne zaman doğurmuştum ikizimi…yani kendimi
böyle apansız neye atmıştım hiç bilemedim… çünkü yine benimle uyanıyor ve de dans ediyordu bütün aldırmazlığıyla o ellerimdeki balet…hayır
dedim bunun sonu olmayacak…kızdım, en az o çellolar kadar kızgındım…kalktım
yatağımdan yüzüme sinek ilacını sonuna kadar sıktım…ilk önce ellerimdeki balet
düştü yere….ve ardından ben..baletse acısını unutmuş gibi apar topar kalkıp balerinini aramaya koyuldu …( hey aşk sen
neler yaptırıyorsun böyle)…benimse yüzüm
yanmaya başladı ,daha doğrusu tüm vücudum yanmaya başladı…gözlerimden yaşlar
akıyordu…demek ağlamak buna benzer bir şey diye düşündüm…bulut bulut yaşlar
dökülmeye başladı gözlerimden…odamın ortasında ıslak bir senfoni,odamın ortasın
tüm geçmiş ve de tüm gelecek söylentilerine sırt çeviren bir su baskını…yüzmeye
başladım ama kapı nerede hatırlamıyordum…ya da pencere nerede ya da herhangi
bir çıkış !... yoktu…nefesim kesildi, boğulmak üzereydim…belki de ilk defa
insancıl bir hisle ,bir şeyi hissediyordum şimdi…buna sevinsem mi ya da üzülsem
mi bilemedim…insan sadece ölürken mi hissedebiliyor gerçekten….baletime baktım
elinde baleriniyle usul usul kaçıyorlardı…takip ettim sanırım ben bu küçük oyunun en müşkülpesent oyuncusuydum…ve
de bu oyunun sonunda ölmem gerekliydi….izleyiciler büyük bir merakla benim ölümümü bekliyorlardı…çünkü
en iyi oyun, kahramanı sonunda ölen oyundu….bunu hep bildim, çünkü en çok ölümü
bildiriyorlardı bize o taşra hoparlörlerinden… birden uzakta bir ışık belirdi…tam
da ölmek üzere olduğumu hissettiğim anda çıkan küçük bir ışık…ışığa doğru yüzme
başladım son kalan gücümle…son kalan gücümle sona doğru mu yaklaşıyordum …birden
bir şey oldu gözlerimi kapadım..hayır hayır kapamak değil bu, başka bir şeye
gözlerimi kapayıp başka bir şeye gözlerimi açtım…beynim benimle dans ediyordu
kesin …beynimin içine mi girmişti yoksa o balet ? …Gözlerimi açtığımda baleti
tam da karşımda buluverdim…
* İyi uyudunuz mu Murat bey,umarım hemşireler sizinle ilgilenebilmişlerdir ?
Aman allahım baletim beyaz önlüğüyle karşıma geçmiş bana bakıyor,tuhaf tuhaf şeyler anlatıyordu…ilkin çok şaşırdım ama o konuşmaya devam ettikçe beynimin benimle dansı durdu birdenbire…hiçbir şeyi anlamıyordum ve de söyledikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu, o yüzden bende sustum,anlamadığından üzgün bir halde başıboş bırakılmış tüm o insanlar gibi sustum…sadece ağzımdan kırık dökük birkaç cümle çıktı:
* Siz benim baletim değil misiniz ?
* Ne baleti Murat bey ,Ben psikolog
Metin İvgen,sizin doktorunuzum,dün gece
ne olduğuyla ilgili herhangi bir şey hatırlıyor musunuz ?
* Hayır,gerçekten hayır,ne oldu ?
* Dün gece evinizi yakmaya
kalkışmışsınız,bunda az çok başarılı da olmuşunuz,komşularınız itfaiye çağırmış,siz dumandan bayılmışınız,ölümden döndünüz Murat bey.
* Hayırrrrrrr,siz ne demeye getiriyorsunuz…ben bir şey yapmadım,beni burada tutamazsınız…ben
deli değilim çıkarın beni buradannnnnnnn !!
Kafama bir kurşun sıksam şimdiki halimi özetler nitelikte olur muydu ! ya da intihar etsem o gün dünyanın son gününe mi denk gelirdi bu !....tüm bunları ben mi yapmıştım,buna nasıl inanabilirdim…yalandı tüm bunlar koca bir yalan…çünkü seyirciler vardı ve de karşıma geçmiş benim o büyük sonumu görmek için bekleşiyorlardı…. Hem o doktor kılığına girmiş baletim elimdeydi …hem de bana o kadar öyle yakın..elimde dans edişini gördüm nasıl hayır bu olmadı diyebilirler…siz seyirciler hadi konuşun birazda…üstünüzdeki bu seyirlik halinden biraz olsun kurtulup dillerinizi çözün…dillendirin o odada yaşanılan her şeyi..baletimi,balerini,ve de ellerimi !
Tüm bunları düşünürken yani beyin dansım yeniden başlamışken,kolumda küçük bir acı hissettim,bir sinek ısırığı gibi bir acı…ah dedim kendime birden bu sinek ısırığı benim odamdaki sineğin ısırığı ,sanırım ölmemiş sineklerden birinin intikamının esiriyim şimdi..-ah nasıl da gelmiş buraya nasıl aldınız içeri dedim ve de son sözlerim bu oldu….bütün her tarafım uyuştu…bağırmak istedim,bağıramadım…zamanın yanında ama bir o kadar da zamandan ayrıydım…küçük bir çocukken annemin biten ören bayan makaralarından arabalar yapardım..ve de o arabalarla yolculuk ettiğimi,bilinmez diyarlara gittiğimi düşünürdüm…astral seyahatler güncesi gibiydim tıpkı…bilinemez ama sadece tarafımdan keşfedilmiş o gezegenler gibi…şimdi hissettiğim de böyle bir şeydi işte…yine o bilinmez gezegenlerin birindeydim…yüzüm gözüm krater çatlağı,meteor yağmuru gözlerim…
Sanırım artık sona geldik …seyircilerin tam da istediği bir son,tam da istenilen bir son…çıktığınızda birbirinize anlatacağınız ve de hikayenin asıl kahramanına hüzünle karışık bir acıma duyacağınız bir son… öykünmeyeceğiniz ve de “nasıl olsa bunların hepsi kurmaca,hepsi oyun” diyeceğiniz bir son…ellerinizde hiçbir zaman bir baletin olamayacağı ve de yine bu yüzden bu gerçeklik algısıyla yaşamayacağınız ve de işte yine bu yüzden bilmem kaç ışık yılı uzaklıkta olan o gezegenleri hiçbir zaman göremeyeceğiniz bir son…
Oyun biter,perde kapanır,seyirciler
yavaşça terk ederler salonu…
Ve ışıklar kapanır…
S O N
Yara
Sandal siya
Bir adım ileri
Adves ireg mıda iki.
Mirasına konuyor kuşlar hüzünlerinin
Anılara sarkıp büzülüyor gölge
Ah, sen o herkesin çocukları!
Artık, ayrı yönlere giden
İki sevgilinin…
Boynumun kelepçesi kalır serinliği
Kim derdi ki şimdi o,
Nice çıplak kollarının
Anısı.
Filizi renginde kırılırmış,
Filizi asmanın.
Erguvan ağlarmış dalı.
Kökü değil,
Tözü; atası, sevdası
Acırmış ağacın.
Aman ne uğraştıracak otacıları!
Boynumun o,
Onuncu dizedeki yarası…
"şiir ve fotoğraf; fetih doğru"
ABSÜRD TRAJEDİ
Dün, geceyarısı, bronşitim uyandırdı, seni öksürdüm. Mutfak kapısından çıkıp elma ağacımın dibine
oturdum. Silüetin başıma düştü. Aşkçekimini keşfettim. Bir ısırık alınca
silüetinden, günahkar oldum. Küçük şehir
belediyelerinden birinde, cehennemden hallice bir hayata kovuldum. Yattım kalktım,
yattım kalktım, güneş doğmadı. Çünkü o artık kurumsal bir firma binasının 20.
katında işe başladı. Velhasıl, burası çok karanlık. Duvarlarımı sarıya boyadım,
yetmedi. Kalbimin kanlı şubatında, kelimelerim birbirini katletti. Gereği
düşünülmedi. Kötü halden mahkumum hüzne.
Yıllar önce, ılık bir bakışın ardından, bedenini de alıp
çıkmıştın kapıdan. O an “o an”ın geldiğini anladım. Aramızdaki şey, bir kapı
önü sohbeti tedirginliğinde ve her an bitmeye hazır olsa da, onu yitirmenin
sızısı Güneş’i kapitalizme kaptırmaktan beterdi.
Bekledim.
Çok bekledim. Hiç bekledim. Zaman, acılarla ısınırken, insanlar insanlıklarını aldırdılar. Bu, çekilişten çıkan ironik çelişkiler bütününde, insani olmayan müdahalelerle kendilerinden uzaklaşıp, başkalarının toplamından bir eksik oldular. Evrensel bir yoksulluğun içinde zengin oldular. Kullanılmamış vicdanları, beton yığınlarının altında kaldı ve gayrimeşru hırslarla birbirlerine kıydılar.
Bu post-modern vahşetlere doğan çocuklar, kurbandılar.
Okuyup, 3 oda bir yalnızlık evlere çıktılar. Sadece kendilerini sevip, kolay
kolay düşman oldular. Bütün değerler hızla yitip giderken, benim için yaşamak,
sessiz bir kabullenişe dönüştü. Sabah vapurları, Cemal Süreya ve gülüşünden
başka bir anlamı kalmadı.
Bekliyorum.
Ruhum iç savaşta. Gökyüzü kasvetli, dokunsam kan yağar. Kalbime çıkan tüm tali yollarda bir cinayetin izleri var. İçim parça parça can pıhtısı. Yalnızlığım yaşlanıyor. Lanet oluyor. Acım çekiliyor damarlarımdan ama hala gidemedim. Arafta, bir absürd trajediyim.
Unutulmamışlığın neresindeysen çık ortaya! Cumbalı hüzünler
sokağındaki Arnavut kaldırımı kadar yorgunum. Oysa içine açılmak için, içine
kapanmış bir sessizliktim. Sahi, sen niye sustun?
Yalnızlığımın neresindeysen çık ortaya! Sabah vapurları ve
Cemal Süreya da yeter belki ama yazar burada, bir trajedinin ortasında, seni
öksürüyor.
Özge Özen
15.04.12
Pırıl pırıl bir boşluk...
Sonra çok sonra benden önce tüm gidenleri bir çırpıda
görebileceğim bir uzaklıktan baktım..hepsine ilk okun kıvrımı gibi ateşle
karşılık verdim…hepsi bizden geriye kalanlardı işte…sonra çok sonra bende
anılar biriktirir oldum…çünkü sığamaz bir biçimde gölgeler damlıyordu
bavullarımdan…daha ne kadar saklayabilirdim ki ve de onlar daha ne kadar
saklanabilirlerdi…bilemiyordum çünkü kesif bir koku yayılıyordu çünkü en ince
ayrıntısına kadar o tepede öylece bekleşebilirdim…öyle de yaptım…en sabırlı,en
titiz halimle bekledim…tüm o sarmal geçişler gibi ..tüm o siber ağlarla
donatılmış hayatlarımız gibi..tüm o bilinçsiz bir bilincin ince akışı gibi
bekledim…gelenler benden sandılar …gelenler bu koku benden dediler…onlara gülüp
geçtim…onlara açıklamayamazdım…açıklanamaz olgularım vardı benim…biliyorlardı
tüm bunları ama yine de işte inceden bir umut yapışır ya insanın yüzüne onlar
da öyle yaptılar…çünkü son umutlarıydım onların…son istemsiz hayatları bendim
neden yanımda durmasınlardı ki…durdularda…dura dura durağan bir öğle yemeğinde
en tatsız yemekleri yediler tarafımdan hazırlanmış olan…çorbalar ılıktı…sütler
ılık…ara sıcaklar da bile bir isyan…ana yemek çoktan diskalifiye edilmişti
bile..buna rağmen yüzlerindeki o pis mutluluk halini bozmadılar…bozamadılar
nasıl bozsunlar ki…ben onların sonra çok sonrasıydım…hani ne mutlu ne sıcak bir
bekleyiş birisinin senin için sonra çok sonra olması…ileride bekleşen bir
şeyler var …geçmişe hem de geleceğe inatla tüküren ve de yine hınca hınç
topraktan inatla çıkan kış solucanları gibi bile değil…bekleştiler…biliyordum
çünkü hepsi yanıbaşımda,benim büyük
hareli ceviz soluyan masamda yaşandı…sonra çok sonra olmamı ne de çok
sevenlerin kurduğu bir dernek…hepsini eninden ve de boyundan öpebilirdim…ilk
aşk gibi kucaklaya kucaklaya o ilk devinime hazır ve de nazır bir bakışla umut
saçabilirdim…ama yapmadım,yapamazdım da…ağrıyan ve de gölgeler bulanan
bavullarımdan bahsetmiştim size …nasıl olsundu ki…olmadı da…biliyordum sonra
çok sonra olabilecekken hepsini öldürdüm …kucaklamak ve de öldürmek çok
yakışıklıydı ondan dedim bunun adı böyle…kucakla ve de yakıştır …yakıştır ve de
öldür…kanat ve de yine o melek kanatlarını giydir kollarına…kollarında ölüme
yakışan kanlı kanatlar…kollarında inceden sızan tüy gibi hafif, gece gibi derin
kanat boşlukları…evet evet boşluk demişlerdi ilkin adıma…hiç sevmemiştim .…nasıl
sevsem ah nasıl sevsem diye düşünmüştüm on gece üst üste ..sonra bana bir ışık
verdiler….dediler boşluğun bu ışıkla büyür …sen her gece o ışığı boşluğa
daldır…boşluğuna daldır gerisi gelir sonra o boşluktan solucanlar çıkar seni
büyütür ışık da seninle o boşlukta sevişir dediler…bende öyle yaptım
…26.gecenin sonunda denilen oldu ve de boşluğumdan solucanlar tüm güçleriyle
doğdular..ve de benim adım benimle boşluk kaldı…boşluk adım gibi oldu…boşluk
elimin gölgesi…o büyük yaratıcı gibi beni, benimle baştan yarattı…tüm
yaratılanların en ürküncü ve de yeni bir doğuma bile şaşkın gölge kokan
bavulların sahibi…evet boşluk dediler benim adıma ve de ondan sonra tüm
apartmanlar kendi boşluğunu keşfetti…görenler yine benden
bildiler…tapınasıcalar…tapınmayın durun demeye kalmadan kendilerini yüksek bir
aşkla ona karşı raks ederken buldular…sevinçli bir öğleden sonrası yemeği
yenide nüfuz etti ..ama beni masam olmadan hem de bensiz…düşünebiliyor musunuz
bensiz…çok kızdım….çokça korktum…bavullarımda hala kanlı gölgeler
vardı…biliyordum bitirecektim …biliyordum bensiz hiçbir işe yaramazdı o
apartman boşlukları…bensiz gölgelerini bile taşıyamaz,merdivenlerinden aka aka
durulmazdı gölgeyle karışık ruhları….her kapıyı çaldım…her açana benim adım
boşluk unuttunuz mu beni dedim…beni görenler ilkin ruhsuz ve de kıpırtısız
baktılar yüzüme sonra sonra hatırladılar…ama yüzleri ekşidi hepsinin…elimde
bahara ait taze tomurcuklar ve de iyi öğleden sonrası yemekleri bile olsa yine de sevmeyeceklerdi beni artık…o an anladım…o an, sonra çok sonra
oldum yine..içimdeki boşluk gitmişti…adım boşluktan, yine sonra çok sonra dönüşmüştü…biline biline bilinmeyeni oynadım…içimde ne varsa her şey gitmişti…asıl
boşluk bu muydu…bunu mu sevdiler …o zaman neden adımı boşluk koydunuz,neden
adımı bununla özdeş kıldınız dediğim gecelerin sayısını unuttum…tüm bavullarımı
boşalttım yere bir sürü kanlı gölge düştü..bir sürü gölge adımı
haykırıyordu..kahkahalarını duyabiliyordum…benimle alay ediyorlar,elleriyle
gözleriyle her şeyleriyle üstüme geliyorlar,duvarlara sıkıştırıyorlardı beni…bavullarımı
alıp apartman boşluğuna kaçtım…apartman boşluğu gözlerini açtı….uykudan uyanmış
gibi gözlerini kırpıştırdı…bana “sonra
çok sonra, adını geri al” dedi…sonra gözlerini tekrar kapattı…bağırdım aç
gözlerini ne olur aç nasıl ama nasıl olacak dediysem de açmadı…tüm duvarlarını
elimle yokladım…herhangi bir kapakçık,herhangi bir kıpırtı aradıysam da nafile
düştü çabam…sonra çok sonraydım hala…ama yine o boşluk olmalıydım…bavullarımı
korka korka açtım…içinden hiçbir gölge çıkmadı…sevindim…tam geri kapatacakken
birisinde bir silah gözüme ilişti…silah,düşünebiliyor musunuz bir silah…ürkekçe
ama yine de kendimden emin o soğuk makinayı elime aldım…kullanmasını
bilmiyordum ama ne gerek vardı…hem nasılsa ben hala sonra çok sonraydım….bilmem
gerekmezdi..adımın yanına iliştirebilirdim bunu…adımın aynısı gibi soğuk bir
makine oluverirdim…altı kurşun saydım…altı kurşunla tüm onları öğleden sonrası
yemeğine çıkarabilirdim…öyle de yapacaktım…biliyordum bu bir oyundu…biliyordum
çünkü adımı geri alabileceğimi inceden sezmiştim…tüm kapıları tek tek çaldım ve
de her açanı o boşlukla tanıştırdım…5.kişide boşluğumu bana geri verince
tamamlandım…artık sonra çok sonra değildim…yine boşluk olmuştum..hem de yeni
pırıl pırıl bir boşluk…merdivenlerden gölgeler akıyordu…merdivenlerden gölgeler
sızıyordu…ayaklarımın altından inceden aka aka ilerliyor, beni yeni bir doğuma
hazırlıyorlardı…tüm bavullarımı doldurdum ve de apartman boşluğuna veda edip
kendimi asıl olana ya da asıl olmayana ya da adına her ne deniliyorsa oraya
attım…asıl geceyle ilk o zaman tanıştım…asıl geceyle ilk o zaman
konuştum…15.günün sonunda bana “adını
geri almışsın boşluk” dedi..sığındığım gece adımı söyledi…içim ışıdı...içimde
yine bahara ait taze tomurcuklar yeşerdi…tüm o gölgelerim olsa onlar bile
sevinirdi buna biliyorum ama onları geceye vermiştim…karşılığında da o bana
adımı söyledi işte…biliyorum hepsi benim içindi..yaşamaları benim için…ve de o
bavulların içinde gölgeler adım için…o boşluk için…pırıl pırıl bir boşluk
içindi…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)