Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya
AMA MERAK  ETME  BEN  ÇOCULUĞUNBÜTÜN ARKEOLOJİSİNİ ÖLDÜRDÜM
   BİRÇERÇEVE  PEŞİNDE KOŞTURUP  DURAN  EN  SEFİL 
BİR  EMPRESTYONİST  VE  YAHUDİ BUNU  KONUŞTULAR
GECE  ELİMDE  SİGARA  VARMIŞ  HAY  ALLAH 

GECE   HİÇ  BİR  SİGARA  DEĞİLMİŞ  CÜMLESİ 
YOK  Bİ,R      İLİŞŞKİSİ  DAHA  ÇOCUKLUK  ARKEOLOJİSİ HAYALLAH
ORDA  DURGUN
İKİ    TRAVMA
    GECELERİ   OLUŞAN    BİR  KİİP  HANİ  
ÇOĞALTMAMA  GEREK  YOK 

İKİNCİSİ   KİPİN  HER  DAİM  KÜPELERİİ    TAKILI    OLGUNLUĞU

GECE  ELİMDE  SİGARA VARMIŞ  HAYALLAH  
GECE   ELİMDE 
BİR  BULUT DOLAŞIYORMUŞ  HEMEN
BEN   ÇOK OLDU  BİR  DUVAR  ÖRDÜM  ORTAYA  
ÇOCUKLUK ARKEOLOJİSİ  ÖLDÜREN   GECELERİM  DE OLUYOR 
BU  BİR  İMDE  OLUYOR
ÇOĞUNLUK  ÖLDÜRÜYORUM
ELİMDE  BİR  SİGARA  VARMIŞ  HAY  ALLAH 
BİR ELİMDE    PARAÇALANMIŞ     TOZLARINDA      KUM   KÜTLELERİ  DOLAŞIYOR

  AMA GÜLMEK  AKLIMDA  YOK     YÜZÜNE BAKIYORUM BAKIYORUM 
YÜZÜ  BİR   SİPERE    GÖRE   OLDUKÇA   BUNALMIŞ  HAYYALLAH
AMA BİZİM  GÖZÜMÜZÜN  Bir    bölümü     BÖYLE 
ama B,İZİM GÖZÜMÜZÜN   BİR  Bölümü  BÖYLE   DALGIN   DOLAŞIK
BEN ÇOK OLDU  BİR  DUVAR  ÖRDÜM 
 ÇOCUKLUK ARKEOLOJİSİ  ÖLDÜREN   GECELeRİM OLUYOR  

KALAN

Sarıdır göç
Bırakır onu göçer…

Anmalar o uzun,
Anlamalar ne kısadır!
Ezberden yatıştıramaz atlar koşmayı
Aşk mı?
Yaşanmamış bir anımsamadır…

Öyleyse söz gereklidir
Öğleyse cibinliklerde çocuklar uyumakta
Öndeyse yalnızlığıyızdır bir şövalyenin
Sevdalar çarpar,
Sevdalar çarpar ölür zırhımıza…

Aksettikçe dağlardan,
Kanayan bir soru vardır;
Çarpıp çarpıp ıssızlığa
İkilenen, üçlenen, hiçlenen…
Nerdeyse artık uçurumların bir cazibesi vardır
O göksel kuşların,
Yüksekliğe daha bir görkem kattığı.

Neyi taşırırsa nehre düşen son damla,
-Gözlerin o vakitlerdir -
O vakitler ki, bir ağlama duvarıdır can evimde
Gün ışığı bir sevinçle sevince bile,
Rengidir acıların yalnızca değişen
Ta ki, yüreğimizi bölünceye
Hüzünle/şen akşamlar…

Göğe kendini tanıtır elbet,
Saf ve kendi kendini oluşturmuş kuyu:

Arıdır su
Bırakır onu
Yağmur
Diner…










Şiir ve Fotoğraf:

Fetih DOĞRU

Astral Seyahatler Güncesi !



Çellolar en kızgın ve de en hüzünlü şekilleriyle çalıyorlar..odamın ortasında bir balerin dans ediyor…elimin gölgesindeyse bir balet ona eşlik ediyor…elimi yere bıraksam kavuşurlar mı birbirlerine bilemiyorum…ben o ritmik, ben o kızgın, ve ben o hüzünlü çellolara düşkün biçare yerde boylu boyunca uzanıyorum… aman allahım hayat ellerimde bir  balet !.. neden bana eşlik ediyorsun hayat !…ellerimin haritasını çıkarmışsın ve kıs kıs güleni oynuyorsun  şimdi…bunu da nereden ,nasıl çıkardın…hangi çılgın astrolog verdi sana bunları…kıs kıs gülen ve de gece, yani tüm o sesler kesilince birdenbire ortaya çıkan ,ürkütücü yanları olan o tüm insanlığın ve de uğruna içilen bilmem kaçıncı bourbon gibi biçare nasıl çıktın sen…ah nasıl da biliyorum tüm bunlar senin eserin…kulakları tıkalı gözleri kör ve de ağızları sıkıca kapalı… eğer kulaklarınız varsa ya da hala duruyorsa  iyicene açın muslukları …sular değil kulak çınlaması gibi gerinsin geceye her şeyiniz …evet gece,çünkü gece  en büyük  katilimdir  benim…çünkü en büyük iç savaşlarımı o zamanlar verdim ben…çünkü gece olunca susmak bilmeyen bir başka beni çöp kutusuna attım ,üzerine işedim..mızraklarla,sopalarla geldi üstüme ama yılmadım…sonra da bu bana düşman ,adına hayat denilen  büyük abiyi bir güzel benzettim..yani gece ve hayat benim kanalizasyon borumdan geçip nereye gittiği belli olmayan bir yere gittiler…şimdi bir tek sinekler kaldı geriye…odamın penceresini sonuna kadar araladım ama kar etmedi bu..sonra sinek ilacını aldım bir güzel sıktım odaya…o tanrısal odanın her tarafına pis bir koku yayıldı…sinekler bir uçuştu,iki uçuştu sonra patır patır düşmeye başladılar halıya…halıya ezoterik bir görüntü yayıldı..halıya aklımın bir anlık sapması yayıldı…midem bulanmaya başladı…banyoya gittim..yüzümü yıkadım..ellerim şaşkın şaşkın kendime bakıyordu…bende aynı ritimle kendime bakıyordum…aynadan yansıyan yüzüm az önce  öldürdüğüm sineklere benziyordu…korktum, apar topar kaçtım banyodan ..yatağıma uzandım sandım ki yanımda yine benle eşleşen bir başka  ben vardı …ben ne zaman ikiz olmuştum…ne zaman doğurmuştum ikizimi…yani kendimi böyle apansız neye atmıştım hiç bilemedim… çünkü yine  benimle uyanıyor ve de dans ediyordu  bütün aldırmazlığıyla o ellerimdeki balet…hayır dedim bunun sonu olmayacak…kızdım, en az o çellolar kadar kızgındım…kalktım yatağımdan yüzüme sinek ilacını sonuna kadar sıktım…ilk önce ellerimdeki balet düştü yere….ve ardından ben..baletse acısını unutmuş gibi  apar topar kalkıp  balerinini aramaya koyuldu …( hey aşk sen neler  yaptırıyorsun böyle)…benimse yüzüm yanmaya başladı ,daha doğrusu tüm vücudum yanmaya başladı…gözlerimden yaşlar akıyordu…demek ağlamak buna benzer bir şey diye düşündüm…bulut bulut yaşlar dökülmeye başladı gözlerimden…odamın ortasında ıslak bir senfoni,odamın ortasın tüm geçmiş ve de tüm gelecek söylentilerine sırt çeviren bir su baskını…yüzmeye başladım ama kapı nerede hatırlamıyordum…ya da pencere nerede ya da herhangi bir çıkış !... yoktu…nefesim kesildi, boğulmak üzereydim…belki de ilk defa insancıl bir hisle ,bir şeyi hissediyordum şimdi…buna sevinsem mi ya da üzülsem mi bilemedim…insan sadece ölürken mi hissedebiliyor gerçekten….baletime baktım elinde baleriniyle usul usul kaçıyorlardı…takip ettim sanırım ben  bu küçük oyunun en müşkülpesent oyuncusuydum…ve de bu oyunun sonunda ölmem gerekliydi….izleyiciler  büyük bir merakla benim ölümümü bekliyorlardı…çünkü en iyi oyun, kahramanı sonunda ölen oyundu….bunu hep bildim, çünkü en çok ölümü bildiriyorlardı bize o taşra hoparlörlerinden… birden uzakta bir ışık belirdi…tam da ölmek üzere olduğumu hissettiğim anda çıkan küçük bir ışık…ışığa doğru yüzme başladım son kalan gücümle…son kalan gücümle sona doğru mu yaklaşıyordum …birden bir şey oldu gözlerimi kapadım..hayır hayır kapamak değil bu, başka bir şeye gözlerimi kapayıp başka bir şeye gözlerimi açtım…beynim benimle dans ediyordu kesin …beynimin içine mi girmişti yoksa o balet ? …Gözlerimi açtığımda baleti tam da karşımda buluverdim…

*  İyi uyudunuz mu Murat bey,umarım hemşireler sizinle ilgilenebilmişlerdir ?

Aman allahım baletim beyaz önlüğüyle  karşıma geçmiş bana bakıyor,tuhaf tuhaf şeyler anlatıyordu…ilkin çok şaşırdım ama o konuşmaya devam ettikçe beynimin benimle dansı durdu birdenbire…hiçbir şeyi anlamıyordum ve de söyledikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu, o yüzden bende sustum,anlamadığından üzgün bir halde başıboş bırakılmış tüm o insanlar gibi sustum…sadece ağzımdan kırık dökük birkaç cümle çıktı:

      *  Siz benim baletim değil misiniz ?
*  Ne baleti Murat bey ,Ben psikolog  Metin İvgen,sizin doktorunuzum,dün gece ne olduğuyla ilgili    herhangi bir şey hatırlıyor musunuz ?
      *   Hayır,gerçekten hayır,ne oldu ?
*   Dün gece evinizi yakmaya kalkışmışsınız,bunda az çok başarılı da olmuşunuz,komşularınız itfaiye  çağırmış,siz dumandan bayılmışınız,ölümden döndünüz Murat bey.
      *   Hayırrrrrrr,siz ne demeye getiriyorsunuz…ben bir  şey yapmadım,beni burada tutamazsınız…ben deli değilim çıkarın beni buradannnnnnnn !!





Kafama bir kurşun sıksam şimdiki halimi özetler nitelikte olur muydu ! ya da intihar etsem o gün dünyanın son gününe mi denk gelirdi bu !....tüm bunları ben mi yapmıştım,buna nasıl inanabilirdim…yalandı tüm bunlar koca bir yalan…çünkü seyirciler vardı ve de karşıma geçmiş benim o büyük sonumu görmek için bekleşiyorlardı…. Hem o doktor kılığına girmiş baletim elimdeydi …hem de bana o kadar öyle yakın..elimde dans edişini gördüm nasıl hayır bu olmadı diyebilirler…siz seyirciler hadi konuşun birazda…üstünüzdeki bu seyirlik halinden biraz olsun kurtulup dillerinizi çözün…dillendirin o odada yaşanılan her şeyi..baletimi,balerini,ve de ellerimi !

Tüm bunları düşünürken yani beyin dansım yeniden başlamışken,kolumda küçük bir acı hissettim,bir sinek ısırığı gibi bir acı…ah dedim kendime birden bu sinek ısırığı benim odamdaki sineğin ısırığı ,sanırım ölmemiş sineklerden birinin intikamının esiriyim şimdi..-ah nasıl da gelmiş buraya nasıl aldınız içeri dedim ve de son sözlerim bu oldu….bütün her tarafım uyuştu…bağırmak istedim,bağıramadım…zamanın yanında ama  bir o kadar da zamandan ayrıydım…küçük bir çocukken annemin biten ören bayan makaralarından arabalar yapardım..ve de o arabalarla yolculuk ettiğimi,bilinmez diyarlara gittiğimi düşünürdüm…astral seyahatler güncesi gibiydim tıpkı…bilinemez ama sadece tarafımdan keşfedilmiş o gezegenler gibi…şimdi hissettiğim de böyle bir şeydi işte…yine o bilinmez gezegenlerin birindeydim…yüzüm gözüm krater çatlağı,meteor yağmuru gözlerim…

Sanırım artık sona geldik …seyircilerin tam da istediği bir son,tam da istenilen bir son…çıktığınızda birbirinize anlatacağınız ve de hikayenin asıl kahramanına  hüzünle karışık bir acıma duyacağınız bir son… öykünmeyeceğiniz ve de “nasıl olsa bunların hepsi kurmaca,hepsi oyun” diyeceğiniz bir son…ellerinizde hiçbir zaman bir baletin olamayacağı ve de yine bu yüzden bu gerçeklik algısıyla yaşamayacağınız ve de işte yine bu yüzden bilmem kaç ışık yılı uzaklıkta olan o gezegenleri  hiçbir zaman göremeyeceğiniz bir son…

Oyun biter,perde kapanır,seyirciler yavaşça terk ederler salonu…

Ve ışıklar kapanır…



                                                            S O N

Yara

Gemi tornistan
Sandal siya
Bir adım ileri
Adves ireg mıda iki.


Mirasına konuyor kuşlar hüzünlerinin
Anılara sarkıp büzülüyor gölge
Ah, sen o herkesin çocukları!
Artık, ayrı yönlere giden
İki sevgilinin…


Boynumun kelepçesi kalır serinliği
Kim derdi ki şimdi o,
Nice çıplak kollarının
Anısı.


Filizi renginde kırılırmış,
Filizi asmanın.
Erguvan ağlarmış dalı.


Kökü değil,
Tözü; atası, sevdası
Acırmış ağacın.


Aman ne uğraştıracak otacıları!
Boynumun o,
Onuncu dizedeki yarası…












"şiir ve fotoğraf; fetih doğru" 

ABSÜRD TRAJEDİ




Dün, geceyarısı, bronşitim uyandırdı, seni öksürdüm.  Mutfak kapısından çıkıp elma ağacımın dibine oturdum. Silüetin başıma düştü. Aşkçekimini keşfettim. Bir ısırık alınca silüetinden,  günahkar oldum. Küçük şehir belediyelerinden birinde, cehennemden hallice bir hayata kovuldum. Yattım kalktım, yattım kalktım, güneş doğmadı. Çünkü o artık kurumsal bir firma binasının 20. katında işe başladı. Velhasıl, burası çok karanlık. Duvarlarımı sarıya boyadım, yetmedi. Kalbimin kanlı şubatında, kelimelerim birbirini katletti. Gereği düşünülmedi. Kötü halden mahkumum hüzne.
Yıllar önce, ılık bir bakışın ardından, bedenini de alıp çıkmıştın kapıdan. O an “o an”ın geldiğini anladım. Aramızdaki şey, bir kapı önü sohbeti tedirginliğinde ve her an bitmeye hazır olsa da, onu yitirmenin sızısı Güneş’i kapitalizme kaptırmaktan beterdi.

Bekledim.

Çok bekledim. Hiç bekledim. Zaman, acılarla ısınırken, insanlar insanlıklarını aldırdılar. Bu, çekilişten çıkan ironik çelişkiler bütününde, insani olmayan müdahalelerle kendilerinden uzaklaşıp, başkalarının toplamından bir eksik oldular. Evrensel bir yoksulluğun içinde zengin oldular. Kullanılmamış vicdanları, beton yığınlarının altında kaldı ve gayrimeşru hırslarla birbirlerine kıydılar.
Bu post-modern vahşetlere doğan çocuklar, kurbandılar. Okuyup, 3 oda bir yalnızlık evlere çıktılar. Sadece kendilerini sevip, kolay kolay düşman oldular. Bütün değerler hızla yitip giderken, benim için yaşamak, sessiz bir kabullenişe dönüştü. Sabah vapurları, Cemal Süreya ve gülüşünden başka bir anlamı kalmadı.

Bekliyorum.

Ruhum iç savaşta. Gökyüzü kasvetli, dokunsam kan yağar. Kalbime çıkan tüm tali yollarda bir cinayetin izleri var. İçim parça parça can pıhtısı. Yalnızlığım yaşlanıyor. Lanet oluyor. Acım çekiliyor damarlarımdan ama hala gidemedim. Arafta, bir absürd trajediyim.
Unutulmamışlığın neresindeysen çık ortaya! Cumbalı hüzünler sokağındaki Arnavut kaldırımı kadar yorgunum. Oysa içine açılmak için, içine kapanmış bir sessizliktim. Sahi, sen niye sustun?
Yalnızlığımın neresindeysen çık ortaya! Sabah vapurları ve Cemal Süreya da yeter belki ama yazar burada, bir trajedinin ortasında, seni öksürüyor.

Özge Özen
15.04.12





Pırıl pırıl bir boşluk...


Sonra çok sonra benden önce tüm gidenleri bir çırpıda görebileceğim bir uzaklıktan baktım..hepsine ilk okun kıvrımı gibi ateşle karşılık verdim…hepsi bizden geriye kalanlardı işte…sonra çok sonra bende anılar biriktirir oldum…çünkü sığamaz bir biçimde gölgeler damlıyordu bavullarımdan…daha ne kadar saklayabilirdim ki ve de onlar daha ne kadar saklanabilirlerdi…bilemiyordum çünkü kesif bir koku yayılıyordu çünkü en ince ayrıntısına kadar o tepede öylece bekleşebilirdim…öyle de yaptım…en sabırlı,en titiz halimle bekledim…tüm o sarmal geçişler gibi ..tüm o siber ağlarla donatılmış hayatlarımız gibi..tüm o bilinçsiz bir bilincin ince akışı gibi bekledim…gelenler benden sandılar …gelenler bu koku benden dediler…onlara gülüp geçtim…onlara açıklamayamazdım…açıklanamaz olgularım vardı benim…biliyorlardı tüm bunları ama yine de işte inceden bir umut yapışır ya insanın yüzüne onlar da öyle yaptılar…çünkü son umutlarıydım onların…son istemsiz hayatları bendim neden yanımda durmasınlardı ki…durdularda…dura dura durağan bir öğle yemeğinde en tatsız yemekleri yediler tarafımdan hazırlanmış olan…çorbalar ılıktı…sütler ılık…ara sıcaklar da bile bir isyan…ana yemek çoktan diskalifiye edilmişti bile..buna rağmen yüzlerindeki o pis mutluluk halini bozmadılar…bozamadılar nasıl bozsunlar ki…ben onların sonra çok sonrasıydım…hani ne mutlu ne sıcak bir bekleyiş birisinin senin için sonra çok sonra olması…ileride bekleşen bir şeyler var …geçmişe hem de geleceğe inatla tüküren ve de yine hınca hınç topraktan inatla çıkan kış solucanları gibi bile değil…bekleştiler…biliyordum çünkü hepsi yanıbaşımda,benim büyük  hareli ceviz soluyan masamda yaşandı…sonra çok sonra olmamı ne de çok sevenlerin kurduğu bir dernek…hepsini eninden ve de boyundan öpebilirdim…ilk aşk gibi kucaklaya kucaklaya o ilk devinime hazır ve de nazır bir bakışla umut saçabilirdim…ama yapmadım,yapamazdım da…ağrıyan ve de gölgeler bulanan bavullarımdan bahsetmiştim size …nasıl olsundu ki…olmadı da…biliyordum sonra çok sonra olabilecekken hepsini öldürdüm …kucaklamak ve de öldürmek çok yakışıklıydı ondan dedim bunun adı böyle…kucakla ve de yakıştır …yakıştır ve de öldür…kanat ve de yine o melek kanatlarını giydir kollarına…kollarında ölüme yakışan kanlı kanatlar…kollarında inceden sızan tüy gibi hafif, gece gibi derin kanat boşlukları…evet evet boşluk demişlerdi ilkin adıma…hiç sevmemiştim .…nasıl sevsem ah nasıl sevsem diye düşünmüştüm on gece üst üste ..sonra bana bir ışık verdiler….dediler boşluğun bu ışıkla büyür …sen her gece o ışığı boşluğa daldır…boşluğuna daldır gerisi gelir sonra o boşluktan solucanlar çıkar seni büyütür ışık da seninle o boşlukta sevişir dediler…bende öyle yaptım …26.gecenin sonunda denilen oldu ve de boşluğumdan solucanlar tüm güçleriyle doğdular..ve de benim adım benimle boşluk kaldı…boşluk adım gibi oldu…boşluk elimin gölgesi…o büyük yaratıcı gibi beni, benimle baştan yarattı…tüm yaratılanların en ürküncü ve de yeni bir doğuma bile şaşkın gölge kokan bavulların sahibi…evet boşluk dediler benim adıma ve de ondan sonra tüm apartmanlar kendi boşluğunu keşfetti…görenler yine benden bildiler…tapınasıcalar…tapınmayın durun demeye kalmadan kendilerini yüksek bir aşkla ona karşı raks ederken buldular…sevinçli bir öğleden sonrası yemeği yenide nüfuz etti ..ama beni masam olmadan hem de bensiz…düşünebiliyor musunuz bensiz…çok kızdım….çokça korktum…bavullarımda hala kanlı gölgeler vardı…biliyordum bitirecektim …biliyordum bensiz hiçbir işe yaramazdı o apartman boşlukları…bensiz gölgelerini bile taşıyamaz,merdivenlerinden aka aka durulmazdı gölgeyle karışık ruhları….her kapıyı çaldım…her açana benim adım boşluk unuttunuz mu beni dedim…beni görenler ilkin ruhsuz ve de kıpırtısız baktılar yüzüme sonra sonra hatırladılar…ama yüzleri ekşidi hepsinin…elimde bahara ait taze tomurcuklar ve de iyi öğleden sonrası yemekleri bile olsa  yine de sevmeyeceklerdi  beni artık…o an anladım…o an, sonra çok sonra oldum yine..içimdeki boşluk gitmişti…adım boşluktan, yine sonra çok sonra dönüşmüştü…biline biline bilinmeyeni oynadım…içimde ne varsa her şey gitmişti…asıl boşluk bu muydu…bunu mu sevdiler …o zaman neden adımı boşluk koydunuz,neden adımı bununla özdeş kıldınız dediğim gecelerin sayısını unuttum…tüm bavullarımı boşalttım yere bir sürü kanlı gölge düştü..bir sürü gölge adımı haykırıyordu..kahkahalarını duyabiliyordum…benimle alay ediyorlar,elleriyle gözleriyle her şeyleriyle üstüme geliyorlar,duvarlara sıkıştırıyorlardı beni…bavullarımı alıp apartman boşluğuna kaçtım…apartman boşluğu gözlerini açtı….uykudan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı…bana  “sonra çok sonra, adını geri al” dedi…sonra gözlerini tekrar kapattı…bağırdım aç gözlerini ne olur aç nasıl ama nasıl olacak dediysem de açmadı…tüm duvarlarını elimle yokladım…herhangi bir kapakçık,herhangi bir kıpırtı aradıysam da nafile düştü çabam…sonra çok sonraydım hala…ama yine o boşluk olmalıydım…bavullarımı korka korka açtım…içinden hiçbir gölge çıkmadı…sevindim…tam geri kapatacakken birisinde bir silah gözüme ilişti…silah,düşünebiliyor musunuz bir silah…ürkekçe ama yine de kendimden emin o soğuk makinayı elime aldım…kullanmasını bilmiyordum ama ne gerek vardı…hem nasılsa ben hala sonra çok sonraydım….bilmem gerekmezdi..adımın yanına iliştirebilirdim bunu…adımın aynısı gibi soğuk bir makine oluverirdim…altı kurşun saydım…altı kurşunla tüm onları öğleden sonrası yemeğine çıkarabilirdim…öyle de yapacaktım…biliyordum bu bir oyundu…biliyordum çünkü adımı geri alabileceğimi inceden sezmiştim…tüm kapıları tek tek çaldım ve de her açanı o boşlukla tanıştırdım…5.kişide boşluğumu bana geri verince tamamlandım…artık sonra çok sonra değildim…yine boşluk olmuştum..hem de yeni pırıl pırıl bir boşluk…merdivenlerden gölgeler akıyordu…merdivenlerden gölgeler sızıyordu…ayaklarımın altından inceden aka aka ilerliyor, beni yeni bir doğuma hazırlıyorlardı…tüm bavullarımı doldurdum ve de apartman boşluğuna veda edip kendimi asıl olana ya da asıl olmayana ya da adına her ne deniliyorsa oraya attım…asıl geceyle ilk o zaman tanıştım…asıl geceyle ilk o zaman konuştum…15.günün sonunda bana  “adını geri almışsın boşluk” dedi..sığındığım gece adımı söyledi…içim ışıdı...içimde yine bahara ait taze tomurcuklar yeşerdi…tüm o gölgelerim olsa onlar bile sevinirdi buna biliyorum ama onları geceye vermiştim…karşılığında da o bana adımı söyledi işte…biliyorum hepsi benim içindi..yaşamaları benim için…ve de o bavulların içinde gölgeler adım için…o boşluk için…pırıl pırıl bir boşluk içindi…