Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

islam ve kız

camın arkasında İslam ve kız
pardon 1998 in bir boşluğu varmı sizde

ben biraz geç kaldım 1996da acelem vardı bütün venedikin önünde gördüğüm sizmisiniz
açıklamak isterim ben her şeyi izlemiştim
eliniz nerde görmek istiyroum

19998in bütün albümleri sizde toplandı elleriniz nerde görmek istiyroum

Elleriniz nerde görmek istiyroum

Camiin büyük kapısında önce uzun uzun yağmura baktım
Her şeyi resimleştiren o ruhun bakışını
Albümü aç
Sırılsıklam olduğumda artık kalbimin bir şekle girmediğini
Tıpkı amorf gibi
Albümü aç
Vededikin bütün önünde gördüğüm poyraz kalbimi soğuk bir şey yapmıştı

1999 poyraz önünde bir kızın kalbi
soğuk havadan ibaret
poyrazın hemen arkasında soğuk ve rüzgar bir şekle girmemişti kalp
hala masaya değil çevresine bakıyordum
poyraz bırakmıyordu kalbimi kendi dünyasına
ama islam ve kız kendi yüzünü bırakıyordu masanın çevresine
acelesi varmış gibi

pardon yüzünüze bakabilirmiyim
çok uzaklarda bir şeklini verin bana mimarinin

siz o mimariye bakın ardından bize bakın biz o mimariyi sişzin yüzünüzden tekrar alalım
böyle kimse anlamaz

bakacak mısınız


Evrensuhte

doğum günü

terminal tam olarak ıssızı duyan tek süje
cama yaslandığımda camın kendi yazıları gibi mi göründüm
şimdi batıya döndüm bir ikonoklast yağmur

sayıklamada tene dokunmadan heryeri elmas yapan

tabirleri caiz etmek
başka bir döngüsü ile kalbim ısınıyor
vucud ısım yağmurun ikonu oyuncağı
buz kraliçesi diye şimdi
yanlış
bir banka reklamı gibi karşında olmak

prensesin cümleleri ile iyi günler
bir prenses başlatsın ilk cümleyi
sana ilk böyle seslenmek istiyroum
bir prenses söylesin
kaburganın altında kalbe dokunmak her yolu deniyorum
bir roma saşaşşçısı gibi
yarıda ölürken ilk cümlem veya bırak

çünkü ne söyleyeceğimi biliyorum

çünkü cümle ve nefes

bir prensesin kendi ağzından söylediği gibi

çünkü ne söyleyeceğim hiç belli değildi
belkide doğum günün kutlu olsun çok yanlış bir tarihide olsa


Evrensuhte

Öğleden Sonra Kurulan Boktan Cümleler

konsolosluklar vize vermiyor
beyin göçü talebi reddediliyor
üstüne bir de beyinsizler göç edemez ki deniliyor
bir de sen öldürüyorsun beni
hiç zorlanmadan,
iki kelimeyle nakavt

bu kadar güçsüz müydüm sanki
karşında dizlerimin bağını çözdüren o görünüşün
ve beni terkedişin
tek hamlede;
kolay ve düşüncesiz

şimdi burda ayaklarımı uzattığım yatak bana küçük geliyor
ayak parmaklarım artık ıslık çalmıyor
karnım gurulduyor
açlıktan,
şekilsizlikten
böyle olmayacaktı
tahminlerimde yanıldım
iddaa ekinde bile tahmin yapamam artık

şimdi burda
yelkovan ve akrep
ve kayışının kopmasına ramak kalmış saatim,
bira kutuları ve votka şişeleri
hep bir ağızdan beni yanlarına çağıran
sümüklüböceklerin kardeşleri
tataklıböcekler
gazı bitmiş çakmaklar ve
en keder verici maddeler,
senin adını söylüyorlar
hep bir ağızdan bağırıyorlar
müziğin sesini açıyorum iyice
ismini zorla söylüyorlar
siktir diyorum
siktir, siktir, siktir
bu ne lan şimdi

ve uzanıyorum
şortumun arasına bakıyorum
ip sökülmüş donum gözükmekte
sigara bitmekte,
su bitmekte,
şişe bitmekte,
bir tek sen kaldın bir köşede
ve o da gitmekte..


tozasor

The Mercy Seat._ Hahaha

bir öykü yazmam gerekiyordu
dağlardan, ovalardan, platolardan, kesmeşekerlerden bahsedilen
oysa hapşırıyordum
ağzımdan çıkan bakteriler
ekrana yapışıyordu
duvara yapışıyordu
koluma yapışıyordu
yürüyordum
yürümeyi düşleyerek
oturuyordum
oturmayı düşleyerek
senin resmini yapıyordum
alemin en kötü kara kalem çalışmasında
tembelce çiziyordum
nick cave fonda bana gülümsüyordu
ağzında sigarası ve takım elbisesiyle,
burnum akıyordu
deli gibi burnum akıyordu
ve senin suretini yapıyordum zihnimde
elimde kalemlerin en karası
tükenmez kalemlerin tükenmesine alışkındım
ve bunu herkes biliyordu
bir şey söylemem gerekiyordu
ama kafam beni öldürüyordu
ayak parmaklarım kasılıyordu
ellerim uyuşuyordu
sabah 4'te işe gitmem gerekiyordu

korkmam gerekiyordu
herkesten, her şeyden
ve birini öldürüyordum zihnimde
senin bir suretini parçalıyordum
apranax fort çekiyordum
nick cave devam ediyordu, devam ediyordu, devam ediyordu
çorbasındaki isadan bahsediyordu
ve muhammed intihar ediyordu
tevrattan bölümler okuyordum
ve kendi kendime gülüyordum
zihnimde senin bir tasvirini çiziyordum
en kara kalemdi bu
görüp görebileceğimiz
sabah 4'te kalkıyordum
ve çöp kamyonları farlarını yakmış üstüme geliyordu
çöp kutularını es geçip
beni alıyorlardı
ve kamyonlar
ve geçen zamanlar
oyuncaklar
oyunlar, kalabalıklar
can sıkıcı derecede
mide bulandırıcı insanlar
hepsi ama istisnasız hepsi
bizi resmediyordu
ve taklit ediliyorduk
en deli gecelerde
kasıklarımın arasında yükselen başın
dudağıma değen dudakların
göğüs uçlarında çoktan inlemeye başlayan bendeniz
hepimiz eğleniyorduk
10 dakika ara veriliyordu
en zevkli anında
patlamış mısırlar,
alaska frigolar,
hepsi birer birer terkediyordu
dünyanın kalanı ölüyordu
ve her şey
daha kötü kokuyordu


Tozasor

YÜRÜMEYEN İMPARATORLUK

gözüm sağa sola bakıyor
şarkılar artık sırayla çalıyor
olafur arnalds daha nasıl öldürebilirim diyor
bütün bunlar bir geceden kısa notlar
bir geceden daha kısa şeyler bunlar
bütün gecelerden ve gündüzlerde
sabahlardan, ikindilerden
işe gitmek için gecenin 3'ünde kalkmalardan
daha kısa şeyler bunlar
piyano girer ardından yaylılar gelir
ve sen beklersin
ve tavana bakarsın
kaç sivrisinek kaldığını odanda
öldürdüklerine bakarsın
yarısının leşi ellerinde
yarısı duvarda yarısı da kayıptır

ve sen beklersin
bacağında gezer sinekler
kollarında ve göbeğinde
olafur arnalds'dan fok geliyor
yaylılar ve piyanolar
dünyanın başka yerlerinde
insanlar nefes alıyor,
gülüyor, heyecanlanıyor
ve olmamış şeyleri
olmuş gibi gösteriyor
gözüm sağa ve sola bakıyor
yukarıya bakıyor
görebildiğim şeyler
hissettiklerimden ibaret
pisa kulesi yan yatmış ağlıyor
eyfelde ışıklar gece 12'den sonra kapanıyor
yüzyıllardan gelen şeyleri düşünüyorum
büyük iskender her yeri ele geçiriyor
platon'u izliyorum
bir sandıkta direnemeyen diyojeni düşünüyorum
bacağımdaki sinekler vızıldıyor
bana bakıyorlar
kafalarını çeviriyorlar
tekrar bakıyorlar
hayal kırıklığına uğramış halde
yükseliyorlar

elim bir trafik kazası sonucu ölebilirdim
kendimi yanlışlıkla kör edebilirdim
bir çok kadınla yatmayabilirdim
ruhumun sol kısmını ele geçirebilirdim
pekinde bi ihtiyar pirinç topluyor
barcelona meydanlarında kadınlar poz veriyor
sense odanın içinde volta atıyorsun
bi ileri bi geri gidip geliyorsun
başını ellerinin arasına alıyorsun
vig vorum sma diyor olafur
ve sen beynini duvara bir sinek gibi vurmamak için
ellerinin arasında sıkıştırıyorsun
insanlar şiir yazıyorlar
ve öykü ve bi boka benzemeyen şeyler
ve yutturuyorlar bi şekilde
gargara yaparken ben kendi dudaklarımla
ağzımla, ruhumla
tepeden tırnağa lanetlenmişim
michigan gölünün kenarındaki bankları düşünüyorum
okyanusa benzemeyen okyanusları
kuşlara benzemeyen kuşları
hindistanda açlıktan ölmek üzere olan bir kedi aklıma geliyor
kulaklarımdan duman çıkıyor
bi öfke seline kapılmışım
pencere cereyan yapıyor
çıplak göğsüm ve göbeğim
aletimi öpüyor
burada hiçbişey doğru düzgün yürümüyor
burada hiçbişey asla yürümüyor


tozasor

Sürekli sek sek !

Seninle sek sek oyunu..

turuncu mu diye sordum

“turuncu” dedi …turuncu kiremit rengi…özensizce duran bir taş…kenarları özensizce yuvarlanmış basit bir mermer taş…!

Bu cevabı beklemiyordum ,verilecek en basit cevabı beklemiyordum..ki basit bile değilmiş aslında…basit bir turuncu hiç değilmiş..içinde balıklar yaşarmış…fosforlu kayaların en dibinde..yosun tutan kayalıkların dibinde yaşarmış..pulları turuncuya çalarmış…turuncuymuş anladım ama yine de bu cevaba şaşırdım…
Yol üstüne bir sek –sek çizmiştin sen hatırla..günlerden bahar mıydı neydi…havalar erkenden alacakaranlığa bürünmüyordu bundan hatırladım..sek-sek çizmiştin ve de ilk eli bana vermiştin..ellerimizde mermerden bir taş bu oyunu oynayacağız demiştin..şehrin en kalabalık yerine çizdiğin bir sek-sek ..çizgiler seyrek,özensiz ve de içindeki rakamlar da gelişigüzel serpiştirilmiş…yorucu olacak anlamıştım ilkin…ilkinde çoğu şeyi anlamayan ben bir anda anlamıştım…ki ben hayatı başkalarının sözlerinden öğreniyordum sen gelene kadar...bir sek sek taşı gibi oradan oraya savuruyorlardı beni....1 2 3 4 5 6 7 8...8.karede şöyle bir duruyorum ki bilirsin 8 sonsuza kadar sürer..kafam karışıyor bundan,karıncalar 8in üstünde arz-ı endam ediyorken...bu bir oyun işte..basit bir sek sek oyunundaki özensiz mermer taş gibi...basit, kenarları özensizce yontulmuş bir taş gibi...hayatımızı o karelere sığdıracakmışız oyun buymuş...çizgi dışarıda sayılırmış...hayatımızı o karelere sığdıracağız ve basit bir mermer taşla atacağız ...ölüm bile bir oyun belki de keza ölünce tıpkı seksekte ki mermer taşın bir benzeri dikilmiyor mu tepemize !

ilk taşı attım

tam da birin içine düştü tam orta yerine ..yüreğime bir kor düşmüştü o an, bunu bildim..bilmek sözcüğü aşk kelimesinin yanında nasıl da iğreti duruyordu halbuki…ilk o an anlamalıydım bu aşkın bilmemekten geçeceğini ama sezinleyememiştim….yüzümde inceden çizdiğin o kutsal gülümsemeyle yaşadım bir süre…1deydik henüz..kutsal bir “bir”liktelikti bu …sezinlemiştim…
sol ayağımı mı kaldırsam yerden daha hızlı ilerlerim..tüm o sayılardan daha hızlı mı geçerim..yoksa sağ ayağımı mı kaldırsam …rakamlar dans eder…özensiz rakamlara bir rakkase eşlik eder…1 2 3 4 5 6 7 8 ..kutsal sayılarımdı benim…kutsal sayılarıydı aşkın…çünkü aşk sadece 8e kadar sayıyordu …ondan sonrası sonsuzluktu..ve sende hep bilirsin ki 8 sonsuza kadar sürer…kafan karışır karıncalar 8in üstünde arz-ı endam ederken…ama henüz “1”deydim ..daha bu oyuna yeni başlamıştık…sabırlı,dikkatli ve de oldukça tekinsiz geçtim hayatın o sekiz dilimli karelerinden…1 bitmişti…mermer taşı yerinden aldım..tekrar başlangıç noktasına döndüm..sen saçlarını iki tarafından toplamıştın..annen görse çocuk zannederdi seni…küçük bir flash back yaşardı…biliyordum bu bir oyundu…biz bir oyunduk…seyircileri korkutma görevi üstlenen acemi figüranlarıydık hayatın…sek-sek sürüyordu ama biliyordum yaşım sana tutmuyordu….1 2 3 4 5 6 7 hızla bitti..8 geldiğinde devinim başladı..sanki ne bitiyor ne de başlıyordu…ne başı vardı onun ne de sonu…çokça koktum ilkin bunu biliyorum…yanı başımda olmasan taşlarımızla ne yapardım bilmiyorum..sek sek taşları..mermerden ve de turuncu kiremit rengi..!

Seninle o otel odasında…

Ah diyorum nasıl geldik bu otel odasına…hangi zamandayız…yıllardan ne ,günlerden ne..peki ya seksek ne oldu…ekim nerede peki ya o deniz !
Ah diyorum seni düşünüyorum sen yanıbaşımda boylu boyunca yatsan bile… ama nasıl..bir göz gibi görmek..bir kulak gibi duymak ..bir nefes gibi solumak...ama nasıl dişlerini geçirirken hayatına, dilinin kamaşması gibi...içinin irkilmesi gibi...ve de en ürkek yerinde patlayan o güneşin tohumunu çıplak ayakla ezmek gibi...ama nasıl damarınla kanınla dört başı mamur bir gezegen yaratıcısı olmak ve de en büyüğüne yaklaşıp orada yeni yeni küçük küçük yaşamları yaratmak gibi bir şeydi istediğimiz...sonuna geldiğini sandığında ve bir yerden inatla çıkan küçük tomurcuklar gibi..saksılara dikseydik de hep yanıbaşımızda kalsaydı seninle..ikimiz karşılıklı kutsal bir seremoni eşliğinde bakardık..gizli bir ayin gibi ,bir requiem gibi içimize tapınırdık..ikimize tapınırdık !

ah diyorum bu sessizlikte nereden çıktı şimdi..ki perdeleri bile henüz indirmemiştik ...güneş odaya bile dolmamıştı henüz..ve de alacakaranlıkla henüz seviştirmemiştik bedenlerimizi...nereden çıktı diyorum bu sessizlik..dudaklarının dili olsa da konuşsa şimdi...dillense dilin, dile gelse ...yok demiştin ...unufak olmayı bile beceremiyorum demiştin en son ..ben bunu hatırlar ve de onu kendime taç yaparım..dalların arasından dilin dökülür...geceye akar...gece akar...gece henüz ayak dibimizde değildi ama derim ...perdeleri neden çektin ...sana kızgınım şimdi..tüm otel odalarının perdelerini çektireceğim...sevişenler ulu orta görünecekler...uyuyanlar ulu orta görünecekler...yalnızlar ulu orta görünecekler...ki bilirsin otel odalarının o mahzun ışığı altında neler var..ki bilirsin seninle bir ekim gecesinin bir otel odasındaydık ve de ellerimiz denize hasret kokuyordu...denize çekilmiş tırnaklarını gördüm..kırmızı ojelerin denize çalıyordu...ayaklarında adı konmamış bir sahil kasabası ...ayak parmakların o parıltı sığınağı...! perdelerini çekeceğim tüm otel odalarının şimdi.. ve alacakaranlık kokacak tüm yatak odaları..!
ah dedim sana nasıl anlamazsın bu bir med cezir… gelir gider..gelir gider...sandal bir ileri bir geri sallanır..sular gelir sular çekilir..kıyılarda parıldayan o ilk suların titreşimi ...gelir ve gider ..gelir ve gider..ama biz kalan o parıltıya şaşarız..nasıl oldu birden böyle gözümüz kamaştı deriz...sonra kıyıya iner deniz kabukları toplarız evdekiler için...uyuyanlar için...uyandıklarında denizle uyansınlar diye...çokça toplarız...çok olurlar ellerimizde..o kadar çok olurlar ,o kadar çok olurlar ki ellerimiz kanar ..avuç içlerimiz kanar..taşıyamaz olur..ellerin suçu neyse..tüm suçu ellere yükleriz..tüm suçlu o ellerdi deriz...ama yok böyle değildi..biz sadece parıltı toplayacaktık yerden ...ve uyuyanların kulağına denizi fısıldayacaktık..nereden çıktı şimdi bu kan....kırmızı...akışkan sıvı...ellerimiz kurban bize..ellerimiz yerle yeksan...parıltı !

düşümde bir deli..düş-üşüm bir deli !

o otel odasının o ilk gecesinde basbaya parıltılıydı işte o ilk geceki rüyam…çokça Japon balığı görmüştüm…o otel odasının o ilk gecesinde seninle uykuyla uyanıklık arasındaki o ilk gecede…çokça Japon balığı vardı ellerimde..ve ellerime inat dökülüyorlardı ..sonra delinin elinden gördüm onları…dökülüyorlardı delinin elinden..deli çokça kızgındı bana…neden bana bakıyorsun der gibiydi..bana bakma ..çevir başını..japon balıklarımı ürküteceksin dedi ilkin …ve de usulca kuyuya koştu…o ilk başlangıca…!

deli o kuyunun başına geçip elinde kırmızı bir kovayla su çekiyormuş ama suyu gören olmamış ama o su var bilmiş...görenler anlamamış deli işi ya ne olacak demişler...çokça beklemişler ama hani bir şey olunca toplanan o insancıklar gibi..toplanmışlar kuyunun başına...ne olacak diye beklemişler..saatler geçmiş ama o deli aynı bilindik ritüelle devam ediyormuş..kuyuya kırmızı kovasını daldırıp daldırıp çıkarıyormuş sadece...sadece ritmik hareketler eşliğinde sessizce bunu yapıyormuş..gökte o sıra dolunay varmış..dolunayın ışığı kuyuyu aydınlatıyormuş...ayın o ışığı bizim deliye yol gösteriyormuş...çokça saat geçmiş..kalabalık huysuzlanmış yok demiş bunun sonucu yok ...sonra gitmişler yavaş yavaş o kalabalık dağılmış...onlar gittikçe azaldıkça onlar..bir ses duyulur olmuş kuyudan ...bilinmedik bir ses ..iç ses gibi...sanki biri bir şarkı mırıldanıyormuş deli bile duymuş o sesi ama aldırmamış...kova aşınmış..ip aşınmış..avuçları kanamış...ama bitirmemiş... kalabalık tamamen yok olmuş..deli bir kuyuya taş atmış...kocaman bir taş ..mermerden bir taş ..sek-sek oynayan çocuklardan aldığını söylemiş herkese.üstünde kiremitle çizilmiş turuncu turuncu çizgiler varmış üstelik...yazmayı yeni öğrenen çocukların elinden çıktığı belli turuncu çizgiler...kuyudaki o ses o müzik turuncu ezgiler çalmaya başlamış...deli böyle demiş...yemin ederim kuyudan turuncu müzik çalıyordu diye seslenmiş ..tüm o gidenlere...ama gelen olmamış...gelen olmamış..kimse o turuncu müziği duymak istememiş...deli üzülmüş...ilk defa anlaşılabileceğini inanmış..ilk defa gerçekten deli olabileceğine inanmış...ama inandıramamış...birden büyük bir patlama duyulmuş....kuyudan gelen bir patlama...kuyudan bir sürü turuncu japon balığı fışkırıyormuş....binlerce turuncu japon balığı ...binlercesini tek seferde saymış..buna bile yemin edebilirmiş...çokça sevinmiş deli buna...çokça sevinmiş ve o kadar sevinmiş ki yerden kiremit taşından bir sek sek çizmiş...sonra kendi başına oynamaya başlamış...sayıları geçtikçe biraz daha kayboluyormuş... sayıları tek tek geçtikçe biraz daha siliniyormuş silüeti sanki..ellerine bakmış 7.sayıya geldiğinde..göremez olmuş..sanki astral seyahate çıkıyormuş...sanki bir başka turuncu evrene gidiyormuş elinde ki turuncu taşla....8e geldiğinde artık devinim başlamış...dönüp duruyormuş..tıpkı 8 gibiymiş..vücudu 8 gibi olmuş...görünmeyen ellerinden karıncalar çıkmış..görünmeyen ellerinde karıncalar 8 çiziyormuş...korkmamış hatta eski bir huzur duymuş...kuyuya bakmış japon balıkları bile 8 çiziyomuş...her şey sonsuzlukta mıydı yoksa demiş birden deli..anlamış...ve de her şeyi anlayan insanların o vakur gülüşü gibi bir gülüş takınmış..ama gülüşünü görmemiş...görülmezmiş gülüşler..görülmezmiş ki..görseydik belki de hep gülerdik ...görseydik gülüşümüzü belki de güldürebilirdik insanları gerçekten ...bunları düşünmüş...tüm o gürültüyü duyan insanlar tekrar kuyunun başına gelmişler...ama gördüklerine inanamamışlar..japon balıkları rakkase gibi dans ede ede 8 çizişlerine bakakalmışlar...deli yok olmuş...astral seyahate çıkmış...artık sürekli seyahat edecek büyük bir turist...turuncu deli... ve de japon balıklarının efendisi...!

sabah oldu sen delilik kustun !

sabah olmuştu perdeler hala inik…uyuyanların perdeleri…sevişenlerin perdeleri…yalnızların perdeleri..hepsi inik…alacakaranlık henüz…ve de henüz doğmadı güneşin parıltısı o otel odasına…
kus, ben ellerimi açar o parıltıyı yakalarım her şekilde..deliliğin parıltılarını..ki zaten öyle oldu..sen kustun ben telaşlı telaşlı ellerime dökülenleri aldım kavanoza koydum...cam bir kavanoza..içi görünenlerden ..içini görebilirsin..içimi görebilesin diye..içimizi görebilelim diye...sonra aldım onu güneşe çıkardım...perdeleri çekilmiş odamızdan sızan o güneşe..içinden yeni yeni küçük filizcikler yeşersin diye..acı çeksin de dönüşsün diye..dönüşecek dönüşüm başlıyor sabah olduğunda güneş sırf bu küçük kavanozu aydınlatsın isterim şimdi..fena halde bencilim ..sadece ikimize ait bu kavanozu ısıtsın ve de içindeki o parıltıyı seviştirsin isterim kendi parıltısıyla...fena halde doldurduk kavanozumuzu...mesuduz..acıyla yoğrulduk ama kelebek olacağız sabah..herkes işine gücüne gidecek ama biz telaşlı telaşlı çiçeklere konacağız..hem de çıplak ayaklarımız..sersemce uçacağız..ah işte bütün bunlar içindi bütün nedenler..tanrı içimize yerleştirmiş en pis gülüşünü..requiem olmuş bizi kutsamış..biliyorum .... kelebek olacağız…8 sayısındaki o devinim gibi…


Sürekli sek-sek


Sol ayağım 8.karenin tam ortasında…taşı yerinden alıyorum…arkamı dönüp tekrar başlangıca gideceğim çünkü oyun buydu hep bildik…çünkü olsa olsa gizli bir devinimdir aşk…hep bildik …tüm o sevişenler,tüm o uyuyanlar,tüm o yalnızlar yine o otel odasında…güneşi bekleyecekler ve de güneşle irkilip güneşle uyanacaklar…ama henüz yok..henüz kavanozlara koymamışlar ruhlarını…ve de esrik rüzgara asmamışlar kurusun diye..!

8.karenin içindeyim…ve tekrar 8 den geriye doğru yavaş yavaş,ayaklarımın ucuna basa basa gideceğim..incitmeden,kırılgan ve de naif… usulca…parıltı !


Aslında her şey…

8 den geriye doğru sayacağım ve açacaksın gözlerini, 8 7 6 5 4 3 2 1..aç gözlerini ..uyan..kendini nasıl hissediyorsun…?



Murat Uyanık


M.C.Escher