Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Ortaçgil’e…usulca…







Ne kadar oldu bilmiyorum…işitmeyeli bir sevgilinin sesinden melodisini…mutlu bir günden dönüş yolunda söylenen…belki yaşanabilecek en güzel gecesinde, Kadıköy’de köhne bir barın, bugünlerde açılmayan. Bilmiyorum ne kadar geçti, belki de çok GEÇti ispatlamaya çalışırken şarkıların aitsizliğini bir bahar yağmurunda ya da ararken belki teselliyi türküsünde en yakın dostla. ders kitaplarımızın arasına sıkışmış bir tanım gibiydi “ az sözle çok şey anlatma sanatı”nın başında öyle sakin, iddiasız duran. Bizim gibiler kimliklerinin kenarına deniz kokusu sıkıştırmak isterlerdi, damgalanmışlığımıza bir tepki niteliğinde. Pek konuşmayı da tercih etmezlerdi çekindiklerinden anlaşılamamaktan. “Hani değiştirecektik dünyayı ?” diyen bir sesti o, geceden, belki de bir gece yalanı her sabah prova edilmeye mahkum. Şarkılarla değişen bir dünyanın hayalini kurduğumuz günlerin uzatmalarında kendimize kocaman bir ortaçgil hazinesi saklamak istemiştik, ben, öteki beriki, çok ama yoktuk belki. Belirsizdik. Basitlikler yaşadıkça gördükçe hele sevdikçe örgütleniyordu zihinlerimizde. İhtiyacımız sahipsiz şarkılardı, nereye sokağında sustu susacak bir gitarı cesaretlendiren. Belki de travmatik yok oluşumuzla dalga geçen…baba sevecenliğiyle hem de nasılsa. Ve her nasılsa yetişirdi imdadımıza, suçüstü yakalayışlarında gerçeğin, başkalarının hayatlarından çalarken. Çekerdi gerçeğin ellerinden ya bir çocuğun rüyasına. Sessiz dinlerken öteki beriki, ben o rüyayı kaç kez katlettim, o hep affetti.
Gerçekliğin tahammül edemediği bir dünya bulmuştuk biz gecelerin gündüzünü beklerken, şarkılarında. Paylaşmaya kıyılamayan ama coşkusunu da kendi içine hapsedemeyen tasvirsiz bir ruh durumuyla. Işıltılı devasa atların arasında kimselerin fark edemediği bir tayın üzerinde el sallayan bir çocuk resmi, atlı karıncada…döndü döndü döndü…bıyıklı bir baba resmi onu önce küçük atının üstünden sonra tüm parktan sildi. Kocaman bir oyuncak dünyaya bıraktı gitti. Küçük çocukların sokak kenarlarına bırakılmış eski bozuk müzik kutularına dayalı kulaklarının resmini çizdi ortaçgil. O kulaklardan biri benimdi.
Beklemek bir çocukken büyümeyi ve bir büyükken kaybetmeyi… beklemek ıslığında melodisini bir ağustos sıcağında dost tesellisinde. Beklemek bir pencere önünde yapayalnız çokluğunda. Susarcasına beklemek. Koca bir çocuk tesellisi yaratmak bu belki, şarkının sonunu kendisi getirir diye. “Yaşamak zor birlikte…” dediğin bir cümlenin sonuna “Şarkılarım senindir…”i getirememek. Giden sevgiliyi ya bir dostun gözlerinde ya bir ana kucağında aramak…Hepsi benzer kaybedişlerle dolu hayatların katharsislerinin saklandığı o müzik kutusundaki şarkılardan biri, kulağıma fısıldanan şimdi, oyuna devam oyuna devam…sanki hiç aldanmamış hiç aldatmamış gibi, gerçekliğimizden kurtulmayı vaat etti. Sessiz dinlerken öteki beriki, ben o rüyayı kaç kez katlettim, o hep affetti.
“Ya susarsa şarkılar bir gün..” dedi mavi bir ağaç perisi;
“…
belki bir gün bilmeden buluşuruzgerçeğin kuytusunda, güzelin tohumundaya da sivrisinek sazında usulcausulca, usulca
…”*
Bir yalnız gece daha böyle erdi sabaha
.



* Bizim Şarkılarımız; Bülent Ortaçgil






MASALCI

Hiç yorum yok: