Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Hiç…

Hiç sadece üç harfli bir kelime olarak kalabilirdi…belki de üç harfli bir kelimeyle sınırlı bir hiçtir hiç.. ama değildi hep bildik ve de bu yüzden yalan söyledik…yalan üzerimize yakışan bir elbise gibiydi bayramlarda giyinen…ya da maskeli bir balonun en şık ve de en şahanesiydik biz.. maskeli balonun en üretken en kendinden geçmiş ve de en sarhoşuyduk …bu yüzden de en çok yalanı biz söyledik…maskemiz bahaneydi…biz bahane…orada bulunan tüm insanlar birer bahane…hiçlik demiştik.. hiç içindi bir hiçlik…sadece o üç harfli kelime içindi.. şimdi söylenecekler var çünkü hiçliğe içiyoruz o maskeli baloda…söyleyecekleri var onların çünkü hiç görmüşler mi hiçlik nasıldır ve de neye benzer…onlar ki sadece tutabildikleri oranda özgürler ve de bir o kadar sarhoşlar.. oysa biz şimdi mazoşist bir aşkla ve de delice içimizi yakan bir hiçlikle sarmalanmadık mı…yetmedi mi şimdi bu hiç…yetmez mi şimdi bu hiç yeni bir hiçliğe…belki de hiçlik sadece üç harfli bir kelime değildir…bir ağaç kovuğunda ki bir kuştur.. ve o hiçlik kuşunun küçük küçük yavru hiçlikleri vardır.. belki de birazdan kanatlanıp uçacak bir kuştur hiçlik…ah dilimiz yine çaresizlik emer.. hissiyatsız bir çaresizliktir emer durur…emer durur…



belki de hiçlik sadece bir aşktır.. ve yine bu yüzden aşk sadece hiçliğinden geçinir…ve de yine bu yüzden aşk sadece hiçliğini sever…ve de o hiçliğini emer aşk…emer durur…emer durur…
kurtaramayız.. dudağımızın kenarında çıkan küçük bir yara gibiymiş o …oysa ki dilimizle değmesek hemen geçecek bir yara…ama alıkoyamayız ki dilimiz o yaraya değecek.. hiçlik için ama yine bir hiç uğruna…hiçlik duygusu çıplak kalmakla eşdeğer ..hani şimdi biz çırılçıplak olsak ..hiçliğin gölgesine yaslanmış bir ağaç gibi olsak.. ağaç hiçlik dökse…ve de tomurcuklarında yeni yeni hiçlikleri doğursa bir gece…

şimdi seninle hiçliğe içelim...tüm içenler kadehlerini hiçliğe kaldırıp bir çırpıda içsinler...hiçliği...hiçlikle içsinler ...sonra sarhoş ıslıkları ,tekinsiz meydanlar.. sarhoş naraları...köpek sesleri.. o köpek seslerini bozan ihtiyarlar naraları yine...ihtiyar ve de sarhoş naralarını bozan bekçi düdükleri...bekçi düdüklerinin sesini bastıran yine sarhoş düdükleri....hiçliğe içilen içkinin zihinde yarattığı astral seyahatler güncesi...evde sıcak evinde usulcana ören bayanıyla örgüsünü ören ve biten her makarasını çocuğuna oyuncak niyetine veren o hüzünden irin dolu gözleriyle bakan anne ..annesinin verdiği her makarayı usulcana kutusuna koyup yine ören bayan makarasından yapılma arabasıyla astral seyahatlere gidecek olan çocuk…

ya da senin hissizliğin ve de üşümelerin ve de benim geceyi kutsayışlarım ! seni bana getiren o hissi kutsayışlarım...!

hadi şimdi renklendir hiçliği...betimle...duvara yasla...üstüne çık...yatağa at onu üstünü boya...renkli renkli olsun.. ama en çok siyah yakışsın ..hele hele dudakları simsiyah kesilsin...ama bunla kalma...içinden geç...içini geç...iç gıcıklayıcı ahmak bir ses gibi içinden geç...boyaları duvara fırlat...boyaları duvarlarla fırlat...yık ...geç onları...ama içindeki mazoşist aşkı betimle lütfen bana...ah nasıl da düştüm kelimelere şimdi...şimdi nasıl da yazabilirmişim gibi...nasıl birdenbire bir parıltıyla yerimden kalkıp sanki dans eşliğinde renk renk boyaları suratıma çalabilirmişim gibi.. keşke bir pikap olsaydı...ikircikli sesler de olurdu belki...boyaların gibi.. içinden geçtiklerin gibi.. yüzünü inceden çizen o kırmızımsı yanların ve de iç geçirmelerin gibi.. ah dilim paslı bir teneke yuttu...paslı bir boya tenekesi !

şimdi kesik kesik öksürdüm...yeni bir susuşa hazırlıklı ama bir o kadar da flarmoni orkestrası olabilirim...çellolar çılgınca çalar...tüm yaylılar çılgınca öksürür.. bir tek piyano kesik kesik öksürür...çünkü aşk en çok piyanoya yakışır...aşk en çok o piyanodaki parmaklara yakışır...bilmiyorum ...ve ben hala delice şaşkın...sanki yazanın içimde sezeryanla doğan ve de yeni renkli bir evrenin yaratıcısı olduğuna inanmışım hep.. hani şimdi ben sussam o susmaz...ben sussam o susmaz…

çokça renkli ve de siyah dilimiz şimdi…sanki dilimizde yüzlerce boya artığı…paslı boya tenekesi dilimiz.. ve dilimizde yaşayan eski bir gölge…tüm hiçliklerin gölgesi…tüm aşkımızın gölgesi… kuş gölgeleri…küçük duvar gölgeleri.. çıplak ayak gölgeleri.. kırmızı dudak gölgeleri…o çocuğun astral seyahatlerindeki gölgeleri…o annenin ağlamaklı yüzünün gölgeleri…hiçliğin gölgeleri…hiçlikle sarmalanmış bir aşkın ne yapacağını bilemez bir halde kendine çekilmesinin gölgesi…

belki de hiçlik sadece üç harfli bir kelime değildir…bir ağaç kovuğundaki bir kuştur.. ah dilimiz yine çaresizlik emer.. hissiyatsız bir çaresizliktir emer durur…emer durur…belki de hiçlik sadece bir aşktır.. ve yine bu yüzden aşk sadece hiçliğinden geçinir…ve de yine bu yüzden aşk sadece hiçliğini sever…ve de o hiçliğini emer aşk…emer durur…emer durur…

şimdi senle ben ince bir ipin üzerindeyiz bir cambaz edasında.. düşsek yerle yeksan olacağız biliyoruz...yürümeye kalsak o da olmayacak biliyoruz...yürüyemeyeceğiz...ince bir ipin üzerinde öylece kalakalmış bir cambazız biz...acemi bir cambaz !
sanki bu güçmüş.. güçlü oluyormuşuz hissi veriyor bize.. etkilenmediğimizi düşünmek gizli bir serinlik veriyor...iyi geliyor bünyemize.. ama biliyoruz bu bir duvar değil.. set çekmek değil ne dünyaya ne insanlara.. bir yerlerde birikiyor ..birikiyoruz damla damla...damla damla akıyoruz pıt pıt... duvarlarımız korunaksız ki daha ne kadar tutar...daha ne kadar içinde öylece kalabiliriz.. korku değil bu...yüzleşmeyi istememek değil.. ah sanki “oblomov” gibiyiz şimdi biz senle.. tam da istememekten ileri gelen bir hissiyatsızlık hali.. şimdi bizi bıraksalar burada öylece kalabiliriz ..burada...o ipin üstünde durabiliriz yıllarca...altta seyirciler büyük bir sabırla ama aynı şaşkınlıkla bakakalırlar bize...kim için deriz bu koşturmaca...ne için...anlam veremeyiz ki ...ip ayaklarımızdan kayar.. kırmızı güllerin üstüne düşeriz.. güller yanar ve o "büyük” adamlar bunun adına cehennem der...! bizse hiçlik deriz buna…”ölmek bir şey değil yok olmayı bilmek gerek” diye söylenene söylene düşeriz…hiçlik aşka tutunur…aşksa hiçliğe.. kol kola aşağılara tırmanırlar boşluk için…o boşluk için…




Murat Uyanık

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel bi blog