Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Parıltı…

Sabah yine çalar saatimin gümbürtüsüyle uyandım…hızlıca kalktım…canavarı susturdum…banyoya girdim…koca gece biriken idrarımı aynı ritmik hareketle klozete boşalttım..sanırım bütün klozetler sahibine kızgın..bütün klozetler bir gün ayaklansa, kesinlikle ilk sahiplerini öldürmek ister…gümbürdeyen çalar saatime baktım..sessizleşmişti artık…o yaratık gitmiş yerini uysal bir çocuk almıştı..sadece tik takları kalmıştı..tik tak ..tik tak…koca bir gün beni bekliyordu yine bütün ağırlığıyla…koca bir gün tüm gücüyle karşımda belirmiş beni bekliyordu…biliyordum bu bir oyundu..biliyordum bu sadece çocukları avutmak için yapılmış koca bir yapbozdu..ama onlar yapıyordu biz bozamıyorduk..onlar yapıyordu biz sadece bakakalıyorduk….tüm bu düşünceler eşliğinde kendimi dışarı attım…dışarıda sabahın o büyük karmaşası ve de o karmaşanın kendi iç düzeni vardı yine…o da tik tak gibiydi..tik tak..işleyen bir saat gibiydi her şey..işleyen ve de hiçbir gücün karşı koyamadığı büyük bir saat…tik tak….hastanemin kapısından girdim…tüm tanıdıklarıma günaydın dedim aynı sığ yalıtılmışlıkla…gün aydın…gününüz aydın olsun dileklerimle dedim ..ama içimden ne kadar sövdüğümü bilmediler tabi..içimden hepsini nasıl da öldürmek istediğimi bilmediler…evet işim bu hastanede …burada işim “delilerden” sorumlu olmak…sorumlu biri..sorumlu biri gibi davranmak…gün boyu “hastalarla” ilgilenmek…sıçan varsa altını temizlemek..yataklarını düzeltmek …kusan varsa kusmuklarını temizlemek..halk arasında “deliler hastanesi” diye tabir edilen bir yer işte burası..”deli” diye fişlediklerini buraya tıkıp “akıllı” doktorların sayesinde hayata dönecekleri yer… yüzlerce delinin olduğu bir hapishane !

Öğle arası gelmişti..kendimi bütün gücümle bahçeye attım…sanki bir şeyden kaçarcasına..ve ilk boş gördüğüm banka oturdum…sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum o geldi yanıma oturdu…ilk bir şey demedi..çokça sustu…bende ses etmedim…sonra bana baktığını hissettim..gözlerini benden ayırmadan tüm gücüyle bakıyordu…rahatsız oldum….kalkmaya yeltendim ama kolumdan tuttu beni…şaşırdım açık konuşmak gerekirse de biraz da korktum..karşımda irice bir adam vardı…ve de irice gözlerini bana dikmiş bakıyordu…- otur ,dedi.. oturdum…ve hayatımın en tuhaf ve de en ayrıksı sözlerini duymaya başladım…


- Ağaçlar iyi olacak …ağaçlar insanlara iyi olacak …ve de o iyilikle tüm parıltılarını sunacaklar insanlara..ama insanın iyi olma hali umutlarla sınırlı değil …umut iyi olma haliyle sınırlı belki de…o yüzden zor olsa gerek onu yakalamak…çünkü sınırları önceden çizilmiş bir kara parçasında yaşamak değil midir en zoru... sıkışmışlık hissi ne ile geçirilir...neyle ne koyarsan neyle neyi birleştirirsen birleştir onlarla sadece sınırlı bir bileşik yaratırsın…ve de o sadece öykünmeye yarar…

halinden son derece memnun görünüyordu…ben telaşlı telaşlı yüzüne bakarken o pis bir gülümseme yerleştirmişti çoktan suratına…ve devam etti:

- Hayır yanlış bunlar…daha ilk doğumdan itibaren yanlış giden bir şeyler var…hayır bu böyle olamaz…muhteviyatına inmişler taa ilk insanın ve de onu ilk doğuranla öldürmüşler..ondan sonra gelen her ırk kendi annelerini öldürmüş..geriye ikircikli bir yaşamın adsız ve de tekinsiz çocukları kalmış ondandır böyle her şeyin çıplaklığı…çünkü ne yapacağını bilmiyor kimse..çünkü sıkışmışlığını açıklamamışlar kimseye..çünkü hücum botlarıyla gelmişler bir gece..tüm o adayı yakmak için gelmişler..taa ilk doğurana kadar inmek ve de hepsini bir kibritle yakmak istemişler…sonradan doğacak herkesi şimdiden öldürmek istemişler…ve de öldürdükçe o kırmızıyı sevmişler…çünkü kırmızı cesaret verir…kızgın boğalara dönüşmek için erken değil ….ve de geç kalınmış bir ruha hiçbir şey açıklayamazsın..ama geç kalıyorsun adamım geç bırakıyorlar…ama sen saatini kurmuştun değil mi..ama neden kalkamadın sandalyeden..ama sana huzur veren her şey onların kurduğu sistematik bir bölüşüm..onların sisteminde sen etkisiz eleman…sen bir boş küme..obeble okek arasında bir yerde bile değilsin..çözümlemişler seni adamım taa en başından çözümlemişler ..ve de içlerine doldurdukları o şey senin karanlık yanlarını açığa çıkartmamış ..çünkü karanlık daha fazla karanlık verir..ve de eğer karanlıkla örtülü bir bekleyiş sendromuysa bu çok da kazanan olabilirdin..ve de senden yana olanlar kazanabilirdi böylece…ama kurmuşlar adamım ..bir saat tıkırtısında her şey…tıkır tıkır çalışacak bir şey bu..hani gece tüm sesler kesilip bir tek saatin tıkırtısıyla kalıp beynine hücum eden sesler gibi kurmuşlar…boş ver adamım..en iyisi sen şimdi bir çanta bul bir yerlerden..yola çıkıyoruz seninle…titreme önümde bir salak gibi…bir asalak gibi yaşadığın onca salak zaman ne verdi sana…hadi adamım gidiyoruz…bir sen vardı senin de adını koyamadığın....ama şimdi bir çantayla yaşamın değişecek senin de…çok büyük değil …küçük bir çantayla her şeyi değiştirip senden aldıklarını suratlarının ortasına bir tokat niyetine vurmak için tüm saatleri ayarla…tıkır tıkır işlesin yeni zaman…tıkır tıkır işlesin ruhun yeni zamana…


- Birden kakaladım öylece....kıpırtısızca …boğazımın kuruduğunu ve de içimin çekildiğini hissettim…o ise kızgın bir hayvan gibi soluyor ve de siyah koca gözlerini bana dikmiş bakıyordu..biliyordum daha söylenecek sözleri bitmemişti…biliyordum bu ne bir sondu ne de bir başlangıç…devam etti konuşmaya…heyecanla yakalamaya çalıştım sözcüklerini..devam etti:

- Gitmek bu evrene yenilmemektir… çünkü en çok giderken belli ediyoruz kendimizi...çünkü gitmenin sahtesi yok ..yüzlere takınan hiçbir yapaylık yok...neysek o oluyoruz giderken...neysek tam da o oluyoruz..çünkü gitmek gerçek bir şey...elle tutulup gözle görülüp ,duyumsadığın ne varsa onun kadar gerçek...hissettiğin bir şey gitmek..o yüzden sahtesini yapamaz “onlar”..hiç kimse de yapamıyor..çarşıdan alınan ikinci el eşyalar gibi değil...gelmenin sahtesini yapabilirler bizlere..çokça plastik kokan o eşyalara benzeyebilir gelmek..ama gitmenin yok...neyse o çünkü..kesin ..ve de vakur...! plastik bir evrene mahkum oluşumuzu açıklamak çokça zor …çünkü iki ucu açık hezeyanlar yaratmışlar…ve de içine çokça yaşam koymuşlar..litrelik ölçülerde ve de ağızdan vermişler…kaşık kaşık vermişler..boşalmışlar ağızlarına yaşamları..boşalmışlar ağızlarımıza yaşamlarımızı…hani adamım şimdi görsen saatlerini..kocaman …hiçbir insan elinin değemeyeceği kadar büyük saatler..hiçbir insan elinin dokunamayacağı uzaklıkta uyduları var… ve de keskin bakışları için keskin gözleri…gözlerini bize dikmişler…ve de fazlasıyla korkaklar..ondandır bu telaşları ..ve de ondandır bu hız..bu devinim…çünkü güçlü olmak isterler…çünkü güç doymak ister….aç bir hayvan gibidir o ve de ne verirsen ver hep daha fazlasını ister…ama kolay olacak göreceksin adamım..çok kolayca sızacağız bir damla gibi yavaş yavaş akıp geceye tam da onların görmek istemedikleri olacağız…



- Tüm bunlar nasıl olacak diye sordum ve de devamını getirecekken ağzıma tıktı tüm sözcüklerimi ve de devam etti..kızgın bir nehre atlamış gibiydi…kızgın bir nehirden gelmiş ve de o kızgınlıkla dünyayı alaşağı edecekmiş gibiydi..

- En zorunu anlarsan basite daha rahat inersin...merdivenler ne kadar çelikten olursa inmen o kadar kolaylaşır...ya da çıkman bir o kadar kolaydır...ama çelik gerçekten çelik gibidir..ve de kolay kolay kırılmaz…ama tahtadan merdivenleri var bu evrenin...e kolay değil çıkmak ve de inmek…ayakların o tahtaya batar...merdiven kırılır..kıymıklar batar bazen ,bazen de derin yaralar açar koca koca ahşap kırıkları...zordur bilirim ...ah aynanı yere düşürme adamım aynayla merdivenden inme...yoksa ayakların görünür...! ... belki de beyin dansı bu...bir tavaya atıp bir parçamı pişirip sana sunsam belki de çok normal olabilirdi…. ama sınırları bir kuşun kanadıyla çizilmiş bir evrendir bu hiç bilmez miyim...ama o kalemler yazar mı bunu...kalemler tükenmiş o kuşun kanadında ve de beyinlerini pişirip en sevdiklerine sunacaklarken bir güzel kendileri yemiş..daha ne denir ki..çoğu "normal" düşünenler neden böyle sanıyorsun ! sakın kanma onların her bir lafına..çünkü onlar sana mutsuzluğun bile tarifini yaparlar..tıpkı bir yemek tarifi kadar basitçe ve de özensizce yaptıkları gibi her şeyi ..bunu da en kör gözleriyle yaparlar…adamım mutsuzluk tam da bundan gelir...bu çatışmadan...bir şeyi ne kadar tariflendirmeye uğraşırsan o şey o kadar anlamını yitirir..ama etkiliyor işte “onların” sözleri seni ...çünkü insanlar yapamadıklarını söyleyemezler...yaptıklarını dillendirirler...başarı ,kariyer,mutluluk vs. bunları söylerler...ama onların anlattıklarının ardında ne korkular ne buhranlar ne saçmalıklar gizli ..ama bilmezler...bilir ama bilmez görünürler...yok öyle değil bu anlatılanlar...insanların çoğu gereksizdir adamım...yapışırlar ceketine..bırakmazlar ...kendilerine benzetirler...yüzündeki güneşi söndürürler..seni kendilerine çekerler...yükler yorar...taşıyamazsın...sonra onlar da buna bir kılıf bulup hayat işte derler..hayat bunlardan ibaret derler...yok adamım inanma sakın...inanmayalım sakın...hayat aslında sırt üstü çimlere uzanmaktan başka bir şey değildir ...sırt üstü yatıp güneşin tadını çıkarmak...unutturuyorlar adamım..taaa ilk insandan bu yana unutturmuşlar...sonra da adına hayat demişler...ah yok değil böyle...ama unutuyoruz...akvaryumumuz ne kadar büyükse özgürlüğümüz o kadar küçülüyor çünkü...pis pis sırıtıyor ..gülüşlerini görmüyor musun...ah adamım hadi çantanı hazırla artık…. Boş ver onları hadi gidelim…evrilelim…sivrilip kızgın bir oka dönüşelim…ah adamım başka hayatlar yaşıyorsun sen..ve başkalarından öğrenmişsin yaşamayı..”onlar” öğretmiş sana nasıl yaşanır ..nasıl uyunur nasıl kalkılır nasıl yatılır diye…ikilemlere düşmüş ruhun…ama o ikilem ruhuna güç vereceğine seni ürkütmüş…ikilemlerini sev adamım ikilemlerini sev… bu ikilem inanılmaz yüksek...yar gibi..yardan düşecek miyiz...ya da daha da yüksek daha da yüksek...ama fark ettim ki bilmek hiçbir şeye yaramıyor..yani bu değil sır...yani kuantum fiziğini bilmek ne kazandırıyor dünyaya...bunun gibi..boş ver ...evril..evrilelim...mantık yalandır..halüsinasyondur..akıllı olmak bir sanrıdır..çünkü gözleri kör eder...bir körden daha görmez olursun..ki onlar bile görür birçok şeyi..ama bizler "akıllı" bizler bilgiyle doluyuz ya konduramayız kendimize...biliyoruzdur çünkü...her şeyi çözeceğimize inandırırız kendimizi ve beyne pompalar dururuz bunu...ama yorulur beynimiz..onun suçun neyse..sonra vücut da yorulur bir süre sonra...onun da suçu neyse...rahatla çok güzel bir yola girecek ayakların...keyfini çıkaracaksın...sivriliyorsun bir ok gibi...sivrildikçe yüklerinden arınacaksın çünkü...bir bedel vardır elbet ama onları fazla yüklerinle ödeyeceksin..endişelenme adamım…


Birden sustu…çokça hem de ..sanki onca cümle ondan çıkmamış gibi sustu…bekledim devam etsin susmasın istedim…ama sustu..Sonra hiçbir şey olmamış gibi usulca kalkıp gitti…ben hala tüm o sözcüklerin etkisindeydim…ne yapacağımı bilemedim..kaskatı kesilmiştim…ayaklarımı kıpırdatmak istedim..kalkıp peşinden gitmek istedim..tüm gücümle doğruldum peşinden gittim…ama onu bulamadım…nereden gelmişti ve her şeyden öte o kimdi…tüm hastaneyi aradım…her yere baktım ama ondan eser yoktu…tüm bunların gerçekliğinden şüphe ettim..yoksa asıl halüsinasyon bu muydu …yoksa asıl yanılgı bu muydu …deliriyor muydum buradakiler gibi…çok korktum..dilimin o kelimeyi söylemesinden korktum…beynimin onu düşünmesini ve dilimin dile gelip bana haykırmasından korktum…ama bulmalıydım onu…evet evet o gerçekti ve ben onu bulmalıydım…hangi delikten gelip hangi deliğe girdiyse çıkarmalıydım onu…böylece günler geçti….öğle araları yine o banka gidip oturuyordum yine gelip yanıma oturur diye…ve o sihirli cümleleri bana söyler diye…ama ondan hiçbir iz yoktu..bekledim ..yanımda küçük bir çanta…sabırla ve de inatla bekledim…çünkü tüm hazırlıklar tamamdı…her şey hazırdı….onun da dediği gibi…” gitmek bu evrene yenilmemektir”…ve ben artık tüm gücümle buna inanıyordum…çünkü biliyordum gitmek yenilmemekti !



Murat Uyanık


2 yorum:

Yasemin Şahin dedi ki...

çoğu zaman belki de tek ihtiyacımız olan "gittim", "gidebildim" diyebilmek. insanın kendisine güç gösterisi.. güçlü olduğumuzu hissettiğimiz dakikalar çok az, bak küçük çantan da hazır...

ve sen çantanın içine bakmamışsın günlerce o banka gidip gelmişsindir. çantaya baksaydın ya... evet...

İkram Töre dedi ki...

ertelediğimiz, biriktirdiğimiz, kendimizden bile gizlediğimiz gerçeğin resmi "gitmek".
"tik tak"ların dışına çıkmak, orada yaşamaktan daha kolay olsa da, belki de tembelliğimiz yüzünden gitmiyoruz.