Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Quentin Tarantino


Amerikalı yönetmen,1963’te Tennesse’de doğdu. 15 yaşındayken oyuncu olmak için eğitimini yarım bıraktı. Altı yıl oyuncu olmak için dersler aldıktan sonra 1985’te video-film kasetleri satan bir dükkânda çalışmaya başladı. Bu süre içinde sürekli film izledi. Bir tiyatro ajansına girdi. Bu arada senaryolar yazmaya başladı. 1986’da film yapmaya karar verdi. “My Best Friend’s Birthday” adlı bu film yarım kaldı.1992’de “Reservoir Dogs” adlı ilk filmini çekti. Tarantino’nun 1993’te çekmiş olduğu “Pulp Fiction”adlı filmi 1994 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü kazandı.

Filmlerinde şiddet olgusunu bir iletişim aracı olarak kullanan Tarantino, şiddetin günlük hayatın bir parçası haline dönüştüğü, duyguların önemsenmediği bir dünya gösterir. Filmlerinden bazılarını Reservior Dogs (1992), Pulp Fiction (1993), Four Rooms (1996), Jackie Brown (199 ve Kill Bill (2003) olarak sıralayabiliriz.

Rezervuar Köpekleri ve Pulp Fiction filmleri ile Tarantino sinemaya yenilikçi bakışını göstermiştir. Alışılagelmişin dışında sahneler ile sinema tarihindeki kült filmler arasına girmeyi başarmıştır bu filmler. Tarantino, Rezervuar Köpekleri’nde şiddet ve çatışmayı izleyiciye acımasızca göstererek sıradanlığın uzağında kalmaktan yana olduğunu kanıtlamıştır. Film, açılış sahnesinden itibaren izleyiciye olayların neresinden bakacağını açıkça göstermek yerine karmaşık kurgu ve olay dizilimleriyle, onların kafasını karıştırmayı amaçlamıştır. Tarantino sinemasında kendini gösteren en önemli noktalardan biri de şiddete açıkça yer vermesidir. Kan ve vahşetin gösterilmesinden kaçınmaz. Bunu Rezervuar Köpekleri filminde en belirgin şekilde, Bay Sarışın’ın polisin kulağını kestiği sahnede görebiliriz. Bu sahnede Bay Sarışın, rahat bir tavırla müzik eşliğinde dans ederek hangarda bağlı olan polisin etrafında dolaşır, ona işkence etmekten ne kadar zevk alacağından bahseder ve kulağını usturayla keser. Bu sahnede izleyiciyi asıl rahatsız eden Bay Sarışın’ın hareketleridir. Kesme anı izleyiciye gösterilmez ancak daha sonra Bay Sarışın’ın elinde polisin kulağı vardır ve o kulağa konuşur. Burada Tarantino’nun absürd yaklaşımına güleriz. Kan göstermekten de kaçınmamıştır. Tüm bunlar hangardaki klostrofobik etkiyi fazlasıyla hissetmemize neden olur. Buna rağmen şiddetin zevk veren yönleri izleyicilerce keşfedilmeye başlanır. Filmdeki diyaloglarda ironik bir dil kendini gösterir. Gerçekçi ve akıllıca oluşturulmuş karşılıklı konuşmalarda, eleştirel bir duruş da hissedilir. Tarantino, vahşeti çok sevdiğini ve şiddeti komik bulduğunu söyler. Anlattığı öykülerde şiddeti kullanmasının nedenini gerçek hayatın bir parçası olduğuna ve onu bu yüzden cezp ettiğine bağlar. Şiddetten hoşlanmayacak bir insanın olabileceğine inanmaz. Yaşadığımız dünyanın belirgin gerçeklerinin izleyiciye sunulması gerektiğini düşünür. Rezervuar Köpekleri filminde, ilk filmi olmasına rağmen görmek ve göstermek istediği ne varsa karşımıza getirmiştir Tarantino. Başlangıçtan sonuna kadar anlatımındaki tek düzelikten uzak duruş kafaları karıştırmayı başarır. Filmde geri dönüşlerle hikâye akmaya devam eder. Tarantino filmlerinde geri dönüşleri kullansa da geleneksel anlatıya ve klişelere de yer verir. Bunu özellikle yapar. Rezervuar Köpekleri, suç, hırsızlık, cinayet sineması alt türüne giren bir film olarak görülebilir. Tarantino sinemasını izlerken bu türde çekilen birçok filmden de sekanslar göz önüne gelir. Rezervuar Köpekleri filmiyle sinema dünyasına adım atan Tarantino şiddeti göstermeye ve hissettirmeye Pulp Fiction ile devam eder.

Pulp Fiction, iç içe geçmiş öyküleri doğrusal olmayan bir anlatım tekniğiyle sunar. Rezervuar Köpekleri’nde başvurduğu geri dönüş yöntemi burada da dikkat çeker ancak bu kez olaylar daha karmaşık bir çizgide yol alır. Yönetmen, izleyiciye önce cevapları verir, cevaplar ilk anda havada asılı kalsa da öykü ilerledikçe soruları da görmeye başlarız. Bu yöntem ile seyircinin ilgisini her daim uyanık tutmayı başarır. Film “pulp” kelimesinin tanımıyla açılır. Bu tanım; Pulp: “Yumuşak, nemli, şekilsiz bir kütle.” ve “Edebi değeri olmayan ve son halini almadan baskıya verilmiş dergi ya da kitap türü yayınlar.” olarak yapılmıştır. Tarantino da sinemasını ikinci tanıma yakın bulur. Birçok filminde de bu hava sezilir. Farklı anlatım türü ve sinematografisi de bu biçimini göstermede bir araçtır. Argo ve kirliliği hissettirmekten öte sakınmadan kullanır ancak izleyici bundan hoşlanmaya başlar. Beklentileri tersine çıkan her izleyicide olan filmden uzaklaşma duygusu Tarantino izleyicisinde değişim gösterir, beklentiler tersine çıktıkça akıllarda kalan klişelerden soğumaya başlar bu izleyici. Pulp Fiction filminin karakterleri film içinde sürekli yer değiştirir. İlk öyküde başkarakter olan biri diğer öyküde yan karakter oluverir. Bu durumda izleyici dikkatini tek bir öykü üzerinde tutamaz. Tüm öykünün içine sürüklenir. Vincent ve Jules’un sahnelerinde mizah ve argo fazlaca yer tutar. Aralarında geçen uzun diyaloglar bize Rezervuar Köpekleri’ndeki diyalogları hatırlatır. Yaptıkları iş sırasında konuştukları şeylerin bizi uyanık tuttuğu gerçektir. O kadar gerçek ve o kadar saçma şeylerden bahsederler ki hayatımızdan bir kesit sunduğunu hissederiz. Mia karakterinde Tarantino’nun Uma Thurman tutkusu can bulur. Mia’nın uyuşturucu kullandığı sahnelerde Tarantino saklamayı değil göstermeyi tercih eder. Bunu yakın planlarla özellikle gösterir sanki. Mia’nın uyuşturucuyu çektiği ve komaya girdiği sahnede kamera sürekli Uma Thurman’ın yüzündedir. Burnu kanar hatta kusar ama kamera her şeyi göstermeye devam eder. İğrenme hissi yaratsa da, bu sahnelerde gözlerimizi kaçırmamıza engel olan bir şeyler de vardır aynı zamanda. Mia ve Vincent’ın dans ettiği sahne ve Mia’nın evde Vincent’ın tuvaletten gelmesini beklerken dans ettiği sahne de Pulp Fiction’ın unutulmazlarındandır. Seçilen müziklerin bunda etkisi fazladır. Quentin Tarantino filmlerinin birçoğunda yer verdiği ayak sekansına Pulp Fiction’da da yer vermiştir. Mia’nın ayaklarını ayrıntı çekimle beyaz perdeye aktarmıştır. Ayrıca şiddetin dozajını arttırmak adına kullandığı öldürme araçlarından biri de Tarantino’nun olmazsa olmazlarından olan uzak doğu kılıçlarıdır. Bu filmde buna Butch’un Marsellus Wallace’ı kurtardığı sahnede tanıklık ederiz. Tarantino filmlerinde kendini göstermeyi sever. Hitchcock’un cameolarına benzeyen bir biçimde birçok filminde yer almıştır. Onu, Rezervuar Köpekleri’nde Bay Kahverengi, Pulp Fiction’da da Jimmy olarak görürüz. Filmin son sahnesine yaklaştıkça cevap bekleyen birçok sorunun etrafta hala dolanıyor olması izleyicinin kafasında kendi öyküsünü yaratmasına sebep olur. Buna rağmen Tarantino, onun gözünden bakmamız için kendi öyküsüne bizi sürükler. Son sahnede Jules’un soyguncu adam ve kız ile konuşmaları filmin vurucu noktalarından biridir. Jules bir karar vermiştir ve bu nedenle artık kimseyi öldürmeyeceğini söyler ve bunu söylerken İncil’den bir pasaj okur. Pasajı kendine göre yorumlar ve o yorumlar, filmin bize söylediklerinin büyük bir kısmını yansıtır. Karşılıklı konuşmalarda kullandığı yakın çekimler dikkat çeker. Gerginliğin artmasına sebep olur, her an bir yerden bir silah patlayacak hissinden bir an olsun kurtulmamıza izin vermez Tarantino. Filmin sonuna geldiğimizi anlamadan ve çantanın içerisinde ne olduğunu görmeden, Vincent ve Jules’un gururlu tavırlarla restaurantdan çıkmasıyla film son bulur. Bunun üzerine Tarantino izleyicileri birçok yorumda bulunur. Çantadakinin aslında Rezervuar Köpekleri’ndeki elmaslar olduğu bile söylenir. Bu da Tarantino’nun filmleri arasında inşa ettiği köprülerden kaynaklanır. Rezervuar Köpekleri ve Pulp Fiction’ın çok fazla ortak noktasının bulunması ve Tarantino’nun oyuncu tercihlerini bile aynı kişiler üzeriden yapması filmleri arasındaki bağlantı kurma hissiyatını arttırır izleyicide.

Tarantino’nun 2003’te çektiği Kill Bill filminde hem sinematografik hem de içerik olarak değişimler olduğunu görürüz. Bu değişimler tabiki Tarantino’yu Tarantionesk tarzından uzaklaştıran değişimler değildir. Kill Bill Vol.1 ve Vol.2 filmlerinde şiddetin dozajının biraz daha artması ve biçemsel olarak kullanılan farklı yöntemler kendini gösterir. Bu filmindeki sahnelerde daha çok kan görürüz ve bu görüntüye alışırız hatta bir yerden sonra estetik gelmeye başlar. Kan gölüne dönmüş bir salonda Uma Thurman’ın sarı kostümüyle duvardan duvara sıçradığı sahnelerde görüntülerin renkleri dikkat çeker. Bir anda renkler kaybolur siyah-beyaz görüntüde, kopan kafalar ve fışkıran kanlar görmeye devam ederiz. Uma Thurman’ın gözünü kırpmasıyla eski renklerimize geçiş yaparız ve kırmızının göz alıcı parlaklığı bize keyif vermeye devam eder. Aynı estetik duruş beyaz karlar altında Uma Thurman (Gelin) ve Lucy Lui (O-Ren Ishii)’nun dövüştüğü sahnede de vardır. Kılıçlarının birbirine çarptığında çıkardığı her ses ve çalan müzik de görüntüye heyecan katmayı başarmıştır. Beyaz karlar üzerinde Gelin’in kılıcının izi, kan damlaları O-Ren Ishii’nin kesilen kafa tasının karın üstüne düşene kadar oluşturduğu gerginlik… Hepsi birer estetik öğesi olarak karşımıza çıkar. Kullandığı mekânlar bile Tarantino’nun estetik yönden kaygılar taşıdığının bir göstergesidir. Her sahne için, özenle seçmiştir her bir mekânı. Kılıçların görüntüsü de seyirci de şiddet eğilimini arttırabilecek düzeyde estetiktir. Uzak doğu macerasına atılması Tarantino’nun Amerikan kültüründen uzak kalmasına sebep olmamıştır bu filmde. Çünkü ikisini bir arada kullanarak kendi oluşumunu sergilemek istemiştir. Tarantino nesneleri olarak görebileceğimiz her sekansa yer verilmiştir filmde. Bu noktada Uma Thurman’ın ayaklarını ve kılıçları baş sıraya koyabiliriz. Aynı zamanda oyuncu tercihlerinden de aynı istikrarını sürdürdüğünü anlayabiliriz. Kill Bill filmindeki biçemsel öğelerde ekranın yer yer ikiye bölünmesi, renk değişimlerinin sıkça kullanılması, animasyonlu sahneler gibi farklı yöntemlerin kullanıldığı görülür. Yöntemlerini genişleten Tarantino bu haliyle film dilinin görsellik kısmında büyük bir yol kat etmiştir. Öykü anlatımında çok büyük farklılıklar barındırmaz. Yine karakterlerin adlarından yola çıkarak hikâyeleştirme yolunu seçer. Vol.2’de düğünün basılması sahnesinde siyah-beyaz renk kullanılmıştır ve filmde onca kan ve vahşet dolu sahneler gösterilmesine rağmen, burada düğünün olduğu mekan dışarıdan ve uzaktan gösterilmiştir. Sadece seslerle o şiddetin bize aktarılması da Tarantino’nun başarısının bir parçasıdır. Hattori Hanzo karakterinin yanı sıra Hattori Hanzo kılıçları da ayrı bir karakter olarak film boyunca göz önündedir. Son sahnedeki diyaloglara dikkat ettiğimizde Tarantino yine basit konular üzerinden birçok gerçeği gösterme konusundaki ustalığını göstermiştir.

Tarantino’yu bu üç filmiyle ele aldığımızda onun az çok sinemaya hangi yönden baktığını anlarız. O, Hollywood normlarına hiçbir zaman uymayan filmler çekmeyi kendine görev edinmiş bir yönetmen olarak, hızlı geçişleri, el kamerasını, salt kurguyu ve gereğinden fazla aksiyonlu kamera hareketleri kullanmanın yerine; Avrupa sinemasının akıcı çekimlerini, uzun planlarını ve gerekli olduğu kadar kurguyu kullanmayı tercih eder. Filmlerini tam anlamıyla bir tek işleve dayandırmaması, onun kendine has biçeminin izleyicilerce benimsenmesini sağlamıştır.

Tarantino’yla yapılan röportajlarda söyledikleri de, onun sinemaya olan bağını ve sinemadaki duruşunu göstermeye yeter.

“ Eğer bir gün film izleme tutkumu kaybedersem film yapmam için bir neden kalmaz.”

“Kafamdaki tüm filmleri çekecek kadar çok yaşamayacağımı bildiğimden, her yeni filmimde hedefim çekmek istediğim bir filmi daha bitirmiş olmaktır.”

“Filmlerde şiddet? Çok eğlenceli… Benim için izlemesi en ‘cool’, en eğlenceli şeylerden biri.”

“Sinemayı okulda değil, film izleyerek öğrendim.”

“Bütün olarak izleyicileri hep bir dahi olarak görmüşümdür. Biliyor musunuz, tek tek bireyler olarak ise geri zekâlı bile olabilirler. Filmi bir izleyici kitlesiyle izlemek isterim; onlar film izlerken ne hissettiklerini kesinlikle bilirim ve böylece özgül ayrıntıları ortaya çıkarmaya gerek kalmaz.”



“Vahşeti çok komik buluyorum, özellikle şu son anlattığım öykülerde. Şiddet bu dünyanın bir parçası ve gerçek hayattaki şiddetin acımasızlığı beni cezp ediyor. Gerçek hayatın şiddeti helikopterlerde, hızlı giden trenlerde boğuşan, ortalığa dehşet saçan teröristlerin şiddeti değildir. Bir lokantada yemek yiyen bir çiftin aniden tartışmaya başlamasıyla adamın kadının suratına çatal batırmasında aranmalıdır bu şiddet.”



SiyahEvren







Hiç yorum yok: