Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

bizi dinleyen şarkılar ya da tom waits ya da yağmur köpekleri



bilenler bilir, bilmeyenler de bilsin diye yazayım : ) nietzsche' nin "müziksiz bir hayat hatadır" diye bir sözü vardır... hayat garip bir şekilde ilerliyor, bazen hiç şarkı dinlemeden geçirdiğimiz aylar oluyor, kimilerimiz senelerce unutuyor şarkıları, ama eninde sonunda bir an bir zaman geliyor ki yeniden onlarla buluşuyoruz ve kendi adıma ne zaman müziği içimde bu kadar güçlü duysam nietzsche' nin bu sözü geliyor aklıma... şimdi işte tom waits' den söz edeceğiz... müziksiz bir hayatın hata olduğunu bize yeniden hatırlatan o garip adamdan... tom waits' in çok fazla dinleyeninin ve seveninin olduğuna eminim ama şu ana dek onu dinlemememiş olanlar için de şunları söylemek gerek, bu adam gerçekten özel bir adam ve kolay bulunamayacak bir sesi var. ilk önce hangi şarkısıyla tanışmış olmanıza bağlı olarak ona karşı yakınlık ya da garip bir uzaklık duyabilirsiniz, evet garip bir yanı var ama bu gariplik de merak ettiren türden bir gariplik ki onu dinlemeye devam ediyor insan, dinledikçe de daha çok seviyor... tom waits çok çalışkandır : ) tom waits müzisyendir, şairdir, bestecidir ve oyuncudur... yazdığı şarkı sözleri gerçekten de şiir gibidir... yaptığı müzik türü nedir derseniz eğer blues, caz, rock karışımı ve daha fazlası... yaptığı müziğin bir tek türle açıklanabilmesi mümkün değil ve zaten tom waits amaç olarak da durmadan yaptığı müziği değiştirmeyi ve hem sesinde hem de müziğinde yeni denemeler yapmayı seçmiştir... bu konuyu kendi sözleri benden daha iyi açıklayacaktır sanırım:


"elleriniz köpekler gibidir, daha önce oldukları yerlere geri dönüp dururlar. bir enstrümanı çalarken aklınız devreden çıkıp parmaklarınız konuşmaya

 başladığında dikkatli olmalısınız. onları alışkanlıklarından vazgeçirmelisiniz, yoksa yeni şeyler keşfedemezsiniz; güvenli ve alışılmış olanı çalmaya devam  

 edersiniz. ben fagot gibi hakkında en ufak bir şey bile bilmediğim enstrümanları çalarak bu alışkanlıklarımı kırmaya çalışıyorum"

onun hakkında yazı yazmaya başlamadan önce onun hakkında onlarca kaynaktan onlarca yazı okudum, aslında tom waits' in hayatından söz etmek istiyordum birazcık da olsa öte yandan kaynak çokluğunu görünce hayatını anlatmak yerine okuduklarımdan ilginç bulduklarımı size aktarmaya karar verdim... örneğin tom waits piyano çalmayı komşusunun piyanosunda kendi kendisine öğreniyor, ilk gitarını gazete dağıtarak kazandığı parayı biriktirerek alıyor, çalıştığı bir hamburgecinin menüsünü göbeğine dövme yaptırıyor ve menü sorulduğunda müşterilere göbeğini gösteriyor, çocukluk yaşlarında elindeki bir deftere şiirler-sözler yazıyor ve çalıştığı mekanlardaki insanların konuşmalarını not ederek ilerleyen yaşlarında yazacağı şarkılarda orada edindiği gözlemlerinden ve öğrendiği hikayelerden de faydalanıyor... bol bol bob dylan dinliyor ve barlarda şov aralarında müzik yapmaya başlıyor ve bir gün çalıştığı mekanlardan birinde  frank zappa' nın da menajerliğini yapan adam tarafından keşfediliyor... fark ettiğiniz gibi tom waits genellikle sigara dumanı ve içkiyle tütsülenmiş ortamlarda büyüyor, buralarda yaşayan insanların içinde yetişiyor ve müziği de bu yönde gelişiyor, bizim dilimizce söylemek gerekirse tom waits arka sokakların yahut yeraltı diyebileceğimiz bir dünyanın öykülerini toplayıp bunları anlatıyor bize daha çok...

“bir taksi tutarsın ve onu istediği yere gitmesi için serbest bırakırsın. sonra gördüklerini not etmeye başlarsın: kuru temizleyiciler, terziler, elektrik tesisatçıları, 
 simsarlar, satıcılar, emlakçılar… sadece gördüklerinin listesini yaparsın. ve bu sana kendine ait bir yön verir. şöyle dersin; ‘bir şarkı yazacağım ve bu
 şarkının içinde tüm bu kelimeleri kullanacağım.”

çoğu şarkısında dinleyiciyle konuşur gibidir, bu da onun ne kadar etkileyici bir anlatıcı olduğunu gösteriyor... müziğinde nota kullanmaz, kimi şarkılarında müzik aleti olarak araba parçalarını kullanmıştır... müzik konusunda "ben organize gürültü yapıyorum" diyesidir... albümleri kendi ülkesi dışındaki ülkelerde daha çok ticari başarı elde etmiş, şarkıları kendisiyle değil daha çok onun şarkılarını seslendiren diğer müzisyenler aracılığıyla tanınmıştır, bir çok filmin film müziğini yapan tom waits, yaptığı işlerde kar amacı gütmemiş, reklamlardan da hiç hazzetmemiştir, sesinin, yüzünün ya da müziğinin reklam filmlerinde kullanılmasına izin vermemiş vaktiyle bu yüzden kimi şirketlerin canını da yakmıştır... bunun dışında birçok filmde de oyuncu olarak görüyoruz onu... tom waits' in albüm sayısı ve rol aldığı ve müziklerini hazırladığı film sayısı çok fazla olduğu için ben burda çalışmalarının ayrıntılarını vermiyorum ama merak edip araştıranlar şaşıracakları filmlerde onun rol almış olduğunu ya da yine şaşıracakları filmlerin müziklerini onun hazırlamış olduğunu görecekler... bu kadar üretken bir insan az bulunur diye düşünüyorum hele ki ürettiklerinin bu kadar güzel olması bu üretkenliği daha da anlamlı kılıyor...

"piyano kafayı çekiyordu, boyunbağım ise uyukluyordu"


tom waits bazen sokakta ateş yakar geceyarısı işte, istanbul' da diyelim ki denize bakan bir yerde, bir balıkçı teknesinin yanında diyelim ki, ateş yakmış soğukta ve onun gibi ısınmaya ihtiyacı olan insanları bekliyor o gece, o gece hangi geceyse her gün de olabiliyor o gece, tom waits' i bazen her gün de dinleyebiliyorsunuz çünkü, aslında viskiyi andırıyor elindeki ve dilindeki acı tatlılık, keskin bir yakıcılığı var içtiklerinin ve içirdiklerinin ama şarap da içiyor ve içiriyor viskisi olmadığında, şarkılarına lezzet katmak için kimisine küçük damlalar halinde kimisine bolca eklemiş bunlardan... ya da hani kovboy filmlerinde tahta evler vardır, kapısı zor açılır bu evlerin, içerde bir ocak yanar, ocağın üzerinde kahve yapılmaktadır, ocağın karşısındaki koltukta dizlerinde battaniye bir adam oturur göğsünün üzerinde bir kitap uyuyakalmıştır öyle, koltuğunun yanında bir gitar durur ve kapı vurulur, kapıyı vuran sizsinizdir, ellerinizi ovalayıp üzerinizdeki karları silkeleyerek içeri girersiniz ve tom waits size teneke bir kupada ya sıcak bir şarap ya da odun ateşinde pişmiş lezzetli bir kahve ikram eder... ya da yine bir kovboy filmindesiniz bu kez tabelası eğik yıllanmış bir bara giriyorsunuz tom waits şapkasını başından çıkarmış tezgahın üzerine bırakmış, viskisini yudumluyor, siz hışımla içeri giriyorsunuz, size dönüp bakıyor hışmınızı duyunca ve siz bara doğru yaklaşırken gülümsüyor size ve bu tuhaf bir gülümseme, ona yaklaştıkça azalıyor öfkeniz, niye bilmiyorsunuz ama azalıyor, birazdan size hikayeler anlatacak hem istanbul' da o deniz kenarında, hem o tahta evin içinde kendi koltuğuna oturtmuş sizi, siz ısınırken ateşin başında ve yudumlarken kahvenizi ya da şarabınızı hem de o barda, tanımadığınız ama aslında tanıdığınızı anlayacağınız biri omzunuza dokunacak ve o acılarına gülebilen adam en geçmeyecek sandığınız acılarınızın geçmesine neden olacak, karşınızdakinin kendiniz mi yoksa tom waits mi olduğunu karıştıracaksınız biraz sonra, o kadar içinizde olan şarkılar ki o sadece uyandıracak onları ve şarkılar sizi dinleyecek siz şarkıları dinlediğinizi sanırken...

birazcık yağmur kimseyi incitmez. kimseyi incitmez birazcık yağmur”

tom waits' in hırpalanmış bir sesi var ve o kadar uzak bir yoldan geliyor ki bu ses, geçtiği yollar boyunca, her sokağı, her köşeyi o kadar duyarak o kadar anlayarak geçmiş ki, her yerde kendisinden bir parça bıraktığını anlıyorsunuz, ona kalan yıpranmış, kimi zaman iç acıtacak derecede yakıcı bir ses, hüznü duyuyorsunuz, acıyı duyuyorsunuz ama tüm bu sesler içlerinde anlamış bir gülümseme taşıyor... alaycı değil anlamış bir gülümseme, yolların tozu şarkıların yanaklarında ışıldıyor... demiştim ya farklı bir sesi var tom waits' in, günde üç paket sigara ve çok fazla içki içmenin sonucu olsa gerek koyu bir sesi var, ve sesine dair tom waits in sesinde otoyolları asfaltlamaya yetecek kadar katran vardır” diyen rolling stones için, tom waitseğer bir konsere binlerce kişi gidiyorsa, orada kaliteli müzik yoktur, çünkü asla o kadar kaliteli dinleyiciyi bir araya getiremezsiniz” demiştir..

"ama yağmur tüm kokuları silip götürdüğünden yağmurda köpekler farklıdır
 birinin yanına gittiğinizde nasıl mahzun, korkak ve yalnız bir halde olduğunu hemen fark edersiniz
 işte bu yüzden yağmur köpekleri başkadır
 hele birbirlerini o geçici 'körlüklerine' rağmen bulmaya görsünler
 nasıl da dans ederler birbirlerinin çevresinde koklaşıp dururlar"

yağmurun dinmesini bekliyor tom waits, şarkılarının başında da kendisininki gibi bir fötr şapka, üzerinde yıpranmış gri bir palto, sular damlıyor şapkanın ve paltonun kenarlarından, ağırlaşmış giysiler içinde giderek incelen bir adam giderek incelen şarkılar, yağmurun dinmesini bekliyor tom waits, elektrik direklerinin olmayan korumasına sığınmaya çalışmış ıslak köpeklerin başlarını okşayabilmek için, yerdeki ıslak bir gazete parçasını alıp okumaya çalışabilmek için şapkasından sular sızmazken artık, bir deniz kenarında yapayalnız düşünceli bir kadına yaklaşıp en güzel şiirlerini okumak için gecenin karanlığında, kavgalarına yağmur nedeniyle ara vermiş adamların devam edecek kavgalarını izleyebilmek için, bir istasyon bulabilmek için hiç binmeyeceği trenlerin biletlerini biriktirirken ceplerinde, bir tren penceresi hayali kurabilmek için, omzunda bir bar fahişesinin başı dinlendirirken onu yahut o çok sevdiği yıllandıkça daha çok sevdiği kadınların aşklarını uyuturken göğsünde... hep bir yolculuk hayalinde ama hep bir gürültülü sessizlikle gidememeyi de öğrenmiş geçtiği tüm yollardan sonra, yaşadığı her şeyi bir tuhaf eskici hüneriyle toplamış, garip bir hurdacı gibi topladıklarıyla garip sesler çıkarmayı öğrenmiş ve bir koleksiyoncu gibi özenle taşımış tüm görüp yaşadıklarını sesinde...

"çünkü ben de bir yağmur köpeğiyim" 


1 yorum:

novadore dedi ki...

tam da tom waits'e sarmışken son günlerde her zamankinden biraz daha fazla böyle bir yazıya denk gelmek..
ellerine sağlık.