Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

olmadı


ben de sevmiştim olmayan kadınları,
sevmek, zaten olmadığındandı.
bir kokulu sabundu sade, bana bıraktıkları.
söyledim ya; hiçbir şey olmadı.




sarhoş yolcu

yorgunum...


kaybolmuş sokaklarda aradım seni,
tüm karanlıklara sordum kendimi.

yokluğundayken hayalinin,
ayıp şiirlerle ilişkim oldu.
yolumu kaybettim, yolumu buldum;
rehberim, alkolik şişeler oldu.

nereye eseceğini bilmeyen rüzgârlar, 
beni hep senin yokluğuna savurdu.
utangaç meşelerin diplerinde hep,
inatçı “soru”ların, yosun tuttu.

seni çağırdım bütün ölümlerimde,
denizdeki gecelerime seni bağırdım.
çığlıklarımın hepsinde, yalnız sen vardın,
bütün yıldırımlara artık hesap sorarım;
düşse de düşmese de halâ alacaklıyım!




tashihli yazı

bazen oluveriyor işte kendiliğinden. içinde dağınık masanın ucunda yere düştü düşecek bir kağıdın masaya tutunma çabası kadar bir çaba, bir yaşayabilme kabiliyeti bile kalmadığını hissettiğin yara ağrısı gibi bir duygu var. tanıdın değil mi, evet işte tam da öyle. bu devam etmeye olan inancının boşlukla sınanmasıdır.böyle anlarda hemen kaleme sarılırım. bu da umutsuzluğun bayrak sallayanı aslına bakarsan.yazınca boğazına oturan yumruk aşağıya doğru kayıveriyor mu sanki. yok...
bir ofiste, bir sokakta, bir meydanda, şehirde ya da odanda....bu şehirde, bir şehirde, o şehrin gettolarında, mahalle köşelerinde çürüyüp gideceğiz diye huzursuzlanıyorum, anlıyor musun beni? hayır mı...haklısın, bir de bu var. bu kertede anlaşılmanın mümkün olmadığını bile bile ama bunu kabul etmeye etmeye de çürüyüp gideceğiz. bir de sıradanlığın güzelliğinden dem vurursun hep. anlamıyor muyum sanıyorsun. sıradanlığa dizmiş olduğun her övgünün altında, seni bu hale koyan hayata küfrün yatar. yarın ne olacağını bilmeyişine mi sevindin, ben o vakit anlarım ki korkuların köşeleri tutmuş, bir türlü bir düzlüğe atamıyorsundur kendini.
oysa kusursuz bohemler olabilirdik seninle. elimizde şarap dilimizde dünya, içimizde şarkı...gırla giderdi hezeyan, gırla giderdi şamata. ne var ki bizi çevreleyen dünyanın müsaade etmediği şeyler var. mesela kira...mesela fatura...mesela evsiz kalmak korkusu...hiç bukowskivari diyaloglara girmeyelim, bizi kurtarmıyor zira factotum'u hatırla. hem biz o kadar büyüdük mü sahiden? o kadar küçüldük mü? o kadar dindirdik mi içimizi...yok...ama halletmemiz gereken birkaç mesele var ölmeden. o meseleler ki ertesi günümüzü planlıyor. tutunacak bir yer olmayınca ona sarılıyoruz. bütün bu mevzular uzar gider, uzar gider....ama tek ve bir tek mefhum var üzerinde durulması elzem: yorgunuz ve güzelce susmaya ihtiyacımız var.


http://fizy.com/#s/1c8mlt

yok sorunsalı




susmanın erdemi

konuşmanın erdemi

arasında…



izdüşümlerden yol haritaları

aynalar kırık

kim bakacak hangi yüzle

durmak

hep bir uzak durma

siyah giyen adamlar var


tarih düştü kalktı

ayaklandı

battı çıktı

etkiledi etkilendi

her şey bitti

şimdi yarın bitti

şimdi yarın bitti…




 


işeyin üzerime!..





kaybedin beni gecenin içinde;
süzülürüm cadde üzerinde.
kıvrılırım kibrit suyu gibi,
akarım kanalizasyon diplerinde.

kayboluyorum sidikli, uykusuz gecelerde.
işeyin üzerime;
dolaşmayacağım kırılmış bira şişelerinizin arka caddelerinde.
toplamayacağım pisliklerinizi sendeler gibi,
alın, sokun kendi lastiklerinize.
hiçbirini ben içmemiştim oysa,
patlayacaksınız sürüngence!
yok edin beni, uykusuz kalın, patlayın, işeyin üzerime;
tüküreceğim cesetlerinize!



Mustafa Burak Yoldaş(yedekçingene)
 

bir çöpçünün güncesi…




insanlık, tarih boyunca belki hiçbir zaman, böyle cahil bir devir geçirmedi. bilmediğinin farkındaydı hep, konuşmayı pek sevmezdi. aydınlığı, susmasını bilmesindeydi. ancak; bilmediğini unuttu. uzattı cümleyi, neyle ilgili konuştuğunu bilemedi. bilgi var, yok değil de; bilgiyi saymayan… o kadar bilgisiz!.. üstelik insan…

birkaç adam gibi adam var ama; onlar da sarhoş, içiyorlar. dünyaları yok içmenin dışında. alkole yutturdukları ömürlerini geri içmenin derdinde her biri; bütün pisliğiyle kendi hayatlarını, kendi sıçtıklarını geri yutmanın peşindeler. yutup kusmaktan, sonra geri yutup yine kusmaktan usanmıyorlar. bütün hayatları yutup ölecekler bir gün, sokaklarda, diplerde. pişman olmayacaklar; kaybolmuş ömürleri. bütün sıçanları uyutup sıçacaklar bir gün çöplükte. kaybolacak biriktirdikleri şişeleri deliklerde, çok yolları var denizlerde.


ölmenin son yudumu

varoşta bir pislik;
sıçanlar, deliklerde.
çöplükte bir parazit,
leşçil böcek, cesetlerde.

sahilde tüm kaptanlar,
şişe deliklerinde,
denizle paylaşamaz
son damlayı, diplerde.

deniz vurur son dalgayı,
ayyaş çeker son damlayı,
ölümle paylaşamaz,
son şişeyi çöplerde,
ölmeyi paylaşamaz,
son yudumu diplerde.

boşver bu edebiyatı, ben hayattayım işte.
pervaneler düşüyor ağaçlardan;
yaşamaya değer izlemek bile.

yaprakların kıpraşması değil, onların dansı.
görmek… müzik midir rüzgâr bile?
ve bir kalem, bir parça kâğıt… yaşamak işte yazmak böyle.
yazmak, görmek, düşünmek.
yeter sevişmeye görmek.
izlemenin felsefesi; zira görmenin işleyişi… sıkı ve devamlı görme…
yazarken görmek; gördüğünden yazmak.
yazmak, hayat; görmek, yaşamak.
yazmak, görmek…

                                                 
 
Mustafa Burak Yoldaş(yedekçingene)