- Her vatan
evladı gibi bizim Ahmet de paşa paşa yapacak elbet askerliğini…
Evin bahçesinde
anası babası, konu komşuya yemek dağıtmakla uğraşadursun, Berber Ahmet
tırnaklarını yemekteydi. Sorun ne vicdani reddi ne de savaş korkusuydu.
- Eee, sen
orada düşmanı bekleyeceksin ki biz burada rahat uyuyalım…
Usulca kafasını
kaldırdı baktığı yerden. Karşısındaki plastik sandalyeler hemen hemen doluydu.
Amca, dayı, uzak akraba…
- Bilecik,
dayı. Bozüyük kasabasında yapacak…
Sağ elini
kafasının arkasında gezdirdi. Ustanın eşek şakası yapacağım derken kestiği yer
hâlâ iyileşmemişti. Parmaklarını sıkıca kapayıp çekince saçlarını, eline tek
tel beyaz saç geldi.
- Salı gününe
yolcu edeceğiz be abi…
Karşı evin
yeşil boyası döküldü dökülecekti. Önündeki don vurmuş elma ağacıyla terkedilmiş
gibi duruyordu. Oysa çırakken ona kalfalık etmiş Kerim Abi oturuyordu orada
çocuklarıyla.
- Ahmet, koş bi
kola kap gel şu bakkaldan!
Tam
kalkacakken, yeğeni elini dizine koyup Ahmet’in yerinden fırladı. Ne kadar
yakın zamandı oysa ufaklığın kendini bilmez halleri.Giderek babasına
benzemişti, lakin ivediliği anasına çekmişti.
- Nasıl
gideceksin, direk otobüs var mı oraya?
Evin
karşısındaki tarlaya gitti gözleri, tarlanın çilek kaplı olduğu yıllara. Şimdi
nar tutmuştu ağaçlar, uzun zaman olmuştu dolanmayalı tarlalarda. Ablasının
evlenip gitmesiyle, kalmıştı bir başına, gezemez olmuştu bir daha gün yüzlü
tarlaları.
Eski bir yaz
gününü hatırlıyordu, yukarı mahallenin çocuklarının bisikletleriyle geçişini
izleyişini pencerenin sinekliği ardından. Birinin durup bahçelerindeki eriğe
göz diktiğini hatırlıyordu, diğerlerine yetişip onları geri çağırdığını
evlerinin önüne. Tüm çocuklar ağaçtayken kaçırdığı bisikleti hatırlıyordu. 18
vites. İlk ve son kez doya doya sürdüğünü, gecekondu mahallesinin rengarenk
evleri arasında. Güneşin tenine ve tarlalara düşüşünü…
- Ahmet? İyi
misin, evladım?
Sıyrılıp
geçmişten kafasıyla onayladı Berber Ahmet. Ama konuşamadı. Ablası söze atlayıp
cevapladı kayınbiraderini, servis ederken çaylarını. O günkü gibi kolluyordu
hâlâ Ahmet’i. İçinde kalmış çocukluğu. Kendi çocukluğunun, Ahmet’i koruyayım
derken bir tokatla kırılması uğruna. Korumuştu Ahmet’i babasının nasırlı
ellerinden, her şeyden bihaber acıkıp da eve dönünce bisikletle, akşamleyin.
- Hadi bize
müsaade. Ahmet, oğlum! sakın orada berberim deme ha! Sonra meslekten soğursun,
indiririz kepenkleri valla.
Gülümsedi
ustasına Ahmet. Günün kızarmasıyla gidiyordu, şu ak saçlı tombul adam da evine,
kendini bildi bileli, takındığı aklıselim haliyle. Kim bilir nice düşüncelerine
dalıyordur geçmişin bir başına sessizliğinde evinin diye düşünedurdu. Yarın son
kez uğrayacaktı dükkana, yemeğe gelemeyenleri ve dükkanın müdavimlerini görmek
için. Yine de kalkıp uğurladı ustasını.
- Şimdiden,
Allah kavuştursun.
Bir buçuk yıl
gelip geçecekti, tekrar dönecekti kasabaya Berber Ahmet. Ak saçlı geleceği ve
kırılmış geçmişiyle kalacaktı yine karşı karşıya. Bir hanım bulacaktı görücü
usulü ya da müzmin bekar kalacaktı. Fark etmezdi, dükkanıyla evlenecekti,
esnafla…
Yavaş yavaş
içeri çekilmeye başladı ev ahalisi. Bahçedeki tabak çanak toplandı. Anneyle
abla eğildi bulaşığın başına. Haberler açıldı televizyonda. Evi sessizlik ve
cızırtısı kapladı televizyonun. Bir günü daha böyle geçmişti Berber Ahmet’in.
Bir günün daha ardından dayamıştı yanağını arko kokan eline sinekliğin ardından
bakarken geceye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder