Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Berber Ahmet’in Can Sıkıntısı

Sıcak bir yaz günü düşmüşken mavi naylonların üzerine, Berber Ahmet boynu bükük oturmaktaydı evinin damında. On gün olmuştu celp kağıdı geleli.

- Her vatan evladı gibi bizim Ahmet de paşa paşa yapacak elbet askerliğini…

Evin bahçesinde anası babası, konu komşuya yemek dağıtmakla uğraşadursun, Berber Ahmet tırnaklarını yemekteydi. Sorun ne vicdani reddi ne de savaş korkusuydu.

- Eee, sen orada düşmanı bekleyeceksin ki biz burada rahat uyuyalım…

Usulca kafasını kaldırdı baktığı yerden. Karşısındaki plastik sandalyeler hemen hemen doluydu. Amca, dayı, uzak akraba…

- Bilecik, dayı. Bozüyük kasabasında yapacak…

Sağ elini kafasının arkasında gezdirdi. Ustanın eşek şakası yapacağım derken kestiği yer hâlâ iyileşmemişti. Parmaklarını sıkıca kapayıp çekince saçlarını, eline tek tel beyaz saç geldi.

- Salı gününe yolcu edeceğiz be abi…

Karşı evin yeşil boyası döküldü dökülecekti. Önündeki don vurmuş elma ağacıyla terkedilmiş gibi duruyordu. Oysa çırakken ona kalfalık etmiş Kerim Abi oturuyordu orada çocuklarıyla.

- Ahmet, koş bi kola kap gel şu bakkaldan!

Tam kalkacakken, yeğeni elini dizine koyup Ahmet’in yerinden fırladı. Ne kadar yakın zamandı oysa ufaklığın kendini bilmez halleri.Giderek babasına benzemişti, lakin ivediliği anasına çekmişti.

- Nasıl gideceksin, direk otobüs var mı oraya?

Evin karşısındaki tarlaya gitti gözleri, tarlanın çilek kaplı olduğu yıllara. Şimdi nar tutmuştu ağaçlar, uzun zaman olmuştu dolanmayalı tarlalarda. Ablasının evlenip gitmesiyle, kalmıştı bir başına, gezemez olmuştu bir daha gün yüzlü tarlaları.

Eski bir yaz gününü hatırlıyordu, yukarı mahallenin çocuklarının bisikletleriyle geçişini izleyişini pencerenin sinekliği ardından. Birinin durup bahçelerindeki eriğe göz diktiğini hatırlıyordu, diğerlerine yetişip onları geri çağırdığını evlerinin önüne. Tüm çocuklar ağaçtayken kaçırdığı bisikleti hatırlıyordu. 18 vites. İlk ve son kez doya doya sürdüğünü, gecekondu mahallesinin rengarenk evleri arasında. Güneşin tenine ve tarlalara düşüşünü…

- Ahmet? İyi misin, evladım?

Sıyrılıp geçmişten kafasıyla onayladı Berber Ahmet. Ama konuşamadı. Ablası söze atlayıp cevapladı kayınbiraderini, servis ederken çaylarını. O günkü gibi kolluyordu hâlâ Ahmet’i. İçinde kalmış çocukluğu. Kendi çocukluğunun, Ahmet’i koruyayım derken bir tokatla kırılması uğruna. Korumuştu Ahmet’i babasının nasırlı ellerinden, her şeyden bihaber acıkıp da eve dönünce bisikletle, akşamleyin.

- Hadi bize müsaade. Ahmet, oğlum! sakın orada berberim deme ha! Sonra meslekten soğursun, indiririz kepenkleri valla.

Gülümsedi ustasına Ahmet. Günün kızarmasıyla gidiyordu, şu ak saçlı tombul adam da evine, kendini bildi bileli, takındığı aklıselim haliyle. Kim bilir nice düşüncelerine dalıyordur geçmişin bir başına sessizliğinde evinin diye düşünedurdu. Yarın son kez uğrayacaktı dükkana, yemeğe gelemeyenleri ve dükkanın müdavimlerini görmek için. Yine de kalkıp uğurladı ustasını.

- Şimdiden, Allah kavuştursun.

Bir buçuk yıl gelip geçecekti, tekrar dönecekti kasabaya Berber Ahmet. Ak saçlı geleceği ve kırılmış geçmişiyle kalacaktı yine karşı karşıya. Bir hanım bulacaktı görücü usulü ya da müzmin bekar kalacaktı. Fark etmezdi, dükkanıyla evlenecekti, esnafla…

Yavaş yavaş içeri çekilmeye başladı ev ahalisi. Bahçedeki tabak çanak toplandı. Anneyle abla eğildi bulaşığın başına. Haberler açıldı televizyonda. Evi sessizlik ve cızırtısı kapladı televizyonun. Bir günü daha böyle geçmişti Berber Ahmet’in. Bir günün daha ardından dayamıştı yanağını arko kokan eline sinekliğin ardından bakarken geceye.

Hiç yorum yok: