Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Bir son için değildi bu

Adam karşından karşıya geçmeye hazırlanırken o kırmızıyı gördü…kıpkırmızıya kesmiş bir renk paleti içindeydi..evet tüm renklerde kırmızı vardı…ya da kırmızının tonları…ama dedi bu nasıl oldu nereden çıktı ve de nereye gidiyor böyle…sanki sonuçsuzluğuna üzüldü onun..ama üzüldüğünü göremedi yüzünde…yüzüne çizmemişlerdi nasıldı ve nereden geliyordu…kırmızıya üzülür mü insan…eğer o insansa neden kırmızıya üzülür ki…yolun karşısında ki kırmızı baya baya kaplamıştı onu…kimseye izin vermiyordu üstelik..üstelik halinden de mutlu görünüyordu…trafik ışıklarını seyretti gözlerini o kırmızıdan ayırıp..bir süre renklerin değişikliğini seyretti…ışıklar belli bir sırayla yanıp sönüyordu…ışıklar belli bir düzlemde yanıp sönüyordu..yüzünde hissetti tüm renkleri..ama şimdi yüzünü görse ne derdi kendine…yüzünü görse belki de kızar ya da sessiz bir buhrana kapılabilirdi…arabaların sesleri geliyordu..fena halde sesler geliyordu arabalardan..irili ufaklı…irice ve de küçük sesler bütünlüğünü bozuyordu sanki…sanki şimdi kırmızı karşıda görünmüyor muydu ne…tüm o renk demetlerinden sıyrılıp karşıya baktı…o da tıpkı kendi gibi karşıda duruyordu yine…insanlar gelip geçiyor kendilerince gizli bir telaşla bir yerden bir yere gidiyorlardı…buna sevindi…hem insanlar geçerler bilirdi…insanlar bir yerlerden bir yere geçerler…astral düşlere bulanıp olur olmaz bir yerde uyanabilirler..eğer isteseler evren denilen o mahlukat bile olmaz…ama yok insanlar sadece karşıdan karşıya geçecek kadar varlardı…ve o ve de karşıdaki kırmızı tüm bunlara inat bir soylulukla sadece kıpırtısız duruyorlardı..yine içinde bir iç huzur hissetti…ceketinin iç cebinde güvende olduğunu bildiği bir şey gibi…ceketinin iç cebinde güvende her şey…böyle hissetti…böyle hissetmesi için bir sürü neden vardı çünkü..bu iç huzur onu yeni bir şeye soyunduracak ve de ondan aldığı ışıkla belki de o astral seyahatlere gidebilecekti…bir üçüncü göz gibi görebilecek ve de ruhunu sıkıştıran tüm o plastik evrenden uzaklaşabilecekti…gözlerini sabitleştirdi…kırmızı yine karşısında ona bakıyordu..evet evet sanki tam da ona bakıyordu şimdi..sevindi…güldü ya da ona öyle geldi…karşıya geçmek istedi birden…tıpkı o insanlara özendi…o da şimdi gizli bir telaşla örülü değil miydi…tüm insanların içinde gizli bir neden vardı..tüm insanlar aslında o gizli neden için yaşarlarmış da ama bilmezlermiş gibi…ve de onu bulana kadar geçirdikleri süreye de yaşam derlermiş gibi…şimdi onun gizli amacı tam da bu muydu yoksa…gizli bir ritüel eşliğinde o kırmızılığa doğru yürümek ve de ona tutunmak mıydı amacı..birden korktu …her şeyi bilmenin vermiş olduğu gizli korku gibi…her şeyi bilseydi o an ölmek istemez miydi insan…her şeyi bilseydi o zaman nasıl yaşanırdı…belki de bilmediğinden yaşıyor insan diye düşündü…ya da düşünüyormuş gibi yaptı..çünkü korku tüm vücudunu kaplamıştı ve de sanki bir şey olacaksa şimdi olacaktı…dünyanın son dakikalarını görmek gibi..o öngörüyle doldu…paranoyaklığından ürktü…silkelenmeye çalıştı …renk paletine baktı…yeşil ışığın bilmem kaçıncı defa yandığını gördü…hareket etmeye hazırdı…koşulsuz bir itaat…koşulsuz bir itaattir tüm trafik ışıkları diye düşündü…insanoğlunun kendine yaptığı bir itaat..bir gizli otokontrol …! Yavaş adımlarla karşıya geçmeye başladı…bir kuğu edasında…sanki nehirde yüzen bir beyaz kuğu..ama şimdi beyaz da nereden çıktı…rengarenk bir palet değil miydi her şey..ama inatla kuğular beyaza çalar …ve nedense en çok kuğulara yakışır beyaz..! birden bir gürültü duydu ..bir savaşın en kızgın anı..kırmızının en kızgın anı…birden bir uyuşukluk hissetti tüm bedenin de ama bu uyuşukluk fazla sürmedi..yerini acıya bıraktı…gövdesinden aşağısını komple saran bir acı…sanki yok gibi geldi..o kadar acı anca yoklukla anlaşılır…onca acı sadece buna yararmış gibi…sonra tüm vücudunun kaskatı kesildiğini hissetti…elleri karıncalanıp gözleri kapanmaya başladı…direndi bir süre..ya da ona öyle geldi…ve ardından derin siyah boşlukta kayboldu…artık görünmüyordu….

Birden gözlerini açtığında tüm renklerin silindiğini sandı…sanki tüm renkler bir beyaza çalınmış gibi..sanki tüm renkleri beyaz çalmış ve de yerine hiçliği koymuş gibi …ölmüş müydü…ölü müydü…ölülerin gözleri olur muydu…ya da ölüler gözlerini açabilirler miydi…birden hepsini düşünmek istedi…tüm ölenleri hissetti…tüm ölenler beyaza çalınmıştı…bembeyaz…beyaza kesilmiş gibi..çünkü ölüm en çok beyaza yakışıyordu..çünkü hiçlik en çok beyaza yakışıyordu…evet evet ölmüş olmalıydı..ama ölmüşse nasıl oluyordu da düşünebiliyordu bunları…nasıl oluyordu da tüm o ölüleri düşünebiliyordu…ölmek buna mı yarıyordu..ölenler mi düşünebiliyordu o beyazlığı ve de hiçliği…bilemedi …sonra kendine gelir gibi oldu ya da tamamen bıraktı kendini…bu iki tezat duygunun arasında gidip gelirken birden yanıbaşında tüm o beyaza inat renkli mi renkli bir kırmızı gördü…tıpkı o caddenin karşısındaki gibi…tıpkı o gibi…birden hala hayatta olabileceğini düşündü…ama buna sevinse mi üzülse mi bilemedi… ama gülümsüyordu o kırmızı …yüzüne inceden çizdiği bir gülümsemeyle öyle karşısındaydı işte…birden kendine geldi…hayatta olduğuna inandı..böyle bir gülümsemeye şahit olmak için bile yaşanırdı…böyle bir gülümseme için hiçlik bile reddedilirdi ..o da öyle yaptı…tüm gücüyle doğruldu yatağından….ve de hiçlikten kurtulmuş biri edasında o da o kırmızıya gülümsedi…ama kırmızı hariç her şey yine bembeyazdı…yatak beyaz..çarşaf beyaz..yastık beyaz..hemşireler beyaz... doktorlar beyaz....yeni dünyanın tüm sterilize hayatı beyaz...sanki tüm hastaneler ölümle yaşam arasında duran bir köprü gibiydi…o yüzden bu hayatın tüm renklerinden ayrışmış gibi duruyor ve de inatla her şeyi bembeyaza bürüyordu…sterilize hayatlar için sterilize sonlar gibi..iyi bir yaşam için iyi bir son ..ya da kötü bir yaşama sunulan çok iyi bir son…bilemedi….yatağının yanında duran bir konsolu fark etti …ve üzerinde kırmızının getirdiğine inanmak istediği taze çiçekler…tüm bu ambiyansı bozmak isteyecek iyi huylu rengarenk çiçekler….ve de çiçeklerin yanında inatla bu ambiyansı sürdürmeye yeminli bir sürahi ve de hastanenin bardağı olduğu her halinden belli olan bir bardak ,üzerinde türlü izler…üzerinde kendinin ve de o bardağın üzerinde geçmiş binlerce insanın dudak izleri….

Sessizliklerini bozmadılar …hiçbir şeyde engel olmuyordu buna…ne bu tümden beyaza bürünmüş oda…ne de o çiçekler …bir tek tanrısal kırmızı gülümsemesiyle ,” bir son için değildi bu” dediğini duydu..bir son için değildi…ve de yavaş adımlarla odadan gidişini gördü kırmızının …

gitmiş miydi gerçekten…ya da bu gidişi neye benzeşti onu da bilemedi…sadece kulaklarında kırmızının söylediği ilk ve tek cümlesinin yankısı kaldı :

“Bir son için değildi bu….”


Murat UYANIK

Hiç yorum yok: