Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

İlk mektup

Her sabah, iki kişilik bir yatak düzeltiyor, ve ne kadar yalnız olduğumu anlıyorum. Oysa ek kişiliğe alışmıştık iki bedenken, birlikteyken, biz'ken. Bakma etrafımdaki gölgelere, sarılmıyorum hiç birisine, yalnızlık, halen sensizlik demek. Denedim inan bana, olmadı, değiştiremedim. Şimdiyse korku saldı titreyen dudaklarımı, savaşacak gücüm kalmadı... Mesela, bir sabah lavaboda yıkıyordum yalnızlığımı, aynada sapanı kırık bir kız çocuğu, bana bakakaldı....

Rüyalarımda bile gözlerim sağanak, bu şehire benziyor her geçen gün... Gri, puslu arka sokaklar, orospu ruhlu bir rüzgâr ve sarı yaprak gölleri, yürüyerek geçesin, gerçeken hüzünlenesin diye... Bu arada, sakın kızma, küfür değildi söylediğim. Rüzgâr burada, bütün hüzünlü kadınlar gibi, her yalnız ruhla düşüp kalkmakta... Ve kimse şemsiye kullanmıyor, bıkmışlar, olsun olacak olan diyorlar, savunmasız bekliyorlar...

Ayakkabımdan su sızıyor ayaklarıma. Tamirci ne diyor, anlamıyorum. Anlaşılmaya niyetli değil konuşmalar, dikenli tellerden sınırlar çekmişler ağzımıza, o öpüşmek için kullandığımız dudaklarımıza. Hasretim sana, konuşmadan, kelimeleri kullanmadan anlaşmamıza... Ayaklarım üşüyor, tamirci anlamıyor, kelimeler soğuk, dudaklarım titriyor...

Kapitalist sistem burası, ne kadar çok alırsan o kadar ucuz her bir şey. Tek kişilik ne varsa, kalbime oldğu kadar cebime de zararlı. Herkes için yapılmış olsa da, sadece uyuşturucu bağımlılarının anımsadığı bir park buldum. Öğlenleri büyük paket bisküvi alıyorum, ve oraya gidiyorum. İkinci kişi olarak, bütün güvercinleri belliyorum, anlayacağın biraz da ben orospuluk yapıyorum ve onları senin yerine koyuyorum. Bisküviyi avucumda yerken, canımı yakıyorlar, o zaman daha bir çok, sana benziyorlar. Ben onları böyle sevdim, tıpkı seni sevdiğim gibi. Hem güvercinler için her daim su akan bir çeşme var bu parkta, markette su çok pahalı, yanımda şişe taşıyor, bisküvinin karşılığında güvercinlerle suyu paylaşıyorum.

Biliyorum hep duygusal şeyler anlattım, üzülmüşsündür sen şimdi, şu mektup yazma işini elime yüzüme bulaştırdım. Ama sen de suçlusun... Lavaboda, rüyamda, sokaklarda, her yerde adın karışıyor hayatıma.

Kâh ayakkabımdan sızıyorsun, hasret diyor ağlıyorum, kâh parklarda dudaklarımdan akıyorsun, daha bir susuyorum...

İşte bu yüzden sana hasretim,
işte bu yüzden, suskunluğum...

Como, Kasım 2009

Barış Parlan


Hiç yorum yok: