Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

HİÇ





Yüksek dalardan birinde bir tomurcuk patladı.
Keten kuşu bugün gönlüme şakıdı.
Soluk, yeşil otların nereyi gösterdiğini biliyorum yolun kenarındaki küçük derede.
Ve yeryüzü ıslak.
Beynimin içindeki guguk kuşu şöyle seslendi; daha değil daha değil.
Birden içten bir selamlayış geliyor aklıma elini yerden kaldırıp göğsüne koyan ey derviş, sensin benim gönlümü okşayan. Sade bir gülümseyiş ve hırkanla inisiye edilmiş olan sensin ve bu sabra bir şekilde ulaşmış kardeşlerim gerçeğin peşinden gidin kurallar bize ait değil sınırlar bize ait değil imkânsızlıklar bize ait değil sadece aklım ve bedenimle çıkıyorum yola.
Donuk bakışlarında uçsuz bucaksız yeşil ormanı gördüm, içinde sessizce devam ederken sabahın en erken vaktinde ani bir kanat çırpışıyla havalanan kuzgun, ey sen sümbül çiçeğini eşine layık gören hem kötüsün hem iyi, gamalı haçın sola bakan uçları ve sağa bakışın ürkütür bizleri… Ve mabedin önüne getirildiğimde yüzünü görmeme izin vermediler… İstersen buradan geriye dönebilirsin emin ol sonu cennet ve cehennem, gerçek ve yalan, doğru ve yanlış, bedenimi önemsemiyorum ruhum yücelecekse ve anlam bulacaksam… Sonunda geçiyorum bu bedenimden.
Gözlerim kapalı olarak mabedin önüne getirildim. Eğer bir menfaat için geldiysen bulacağın şey çıldırma ya da ölüm. Bir grup rahip tarafından içeriye alındım 1 hafta boyunca ruh arındırma işlemlerinden sonra sınav akşamı gelince iki rahip tarafından alındım ve içinde bir dizi heykelin olduğu loş bir dehlizden geçtim ve bana hala geri dönme şansımın olduğunu söyledi genç rahipler, ben devam etmekte kararlı olduğumu belirttim ve beni duvardaki dar bir delikten içeri soktular ancak bir kişinin geçebileceği bir delikti bu ve mabede giriş kapısıydı, buradan içeri giren asla dönemez diyordu genç rahip ya başarmak yada yok olmak zorundasın.
Zorlukla ilerlerken derinlerden gelen bir ses, "bilim ve kudrete göz diken akılsızlar burada telef olurlar" diye uyarılarda bulunuyordu. Geçit giderek dik bir yokuş halini alıyordu. Yolun sonuna geldiğimde dibi görünmeyen bir kuyunun başındaydım. Saatler geçmişti ama yinede bir çıkış yolu bulamamıştım ve oturup düşünmeye başlarken hayaller kurarken yalnızlığımın derinliğinde karar vermiştim kendimi adamaya bu yola amaçsızca çürüyen bedenim yok olmalıydı. kutsal bir değere verilen ruhum onurlanabilsin başımı kaldırdığımda yukarıya bir merdiven olduğunu fark ettim güçlükle seçilebilen bir merdivendi. Tırmanıp yukarıya çıktığımda dev heykellerin olduğu bir salonda budum kendimi…
Hoş geldin ben kutsal semboller muhafızı Sadoran; birinci sınavı başarıyla tamamladın…
22 dev heykelin altında 22 temel sırrı ifade eden aynı sayıdaki harfler ile bunların sayısal sembolleri. Bunlardan 1 sayısı ve "A" harfinin, Onun ve ona ait yeryüzündeki en yüksek ifadesi olan insanın sembolü olduğunu söyledi. Bu mabedin sırlarını söyledikten sonra, merkezi ateş odasına götürülürdüm
Odanın içi dev alevlerle kaplıydı geri çekildim ama rahip onun da bir zamanlar bu odadan geçtiğini söyledi ve içeri girmemi söyledi içeri girdiğimde bunun bir göz yanılgısı olduğunu anlamıştım. Ateş sınavını su sınavı izlerken, çok karanlık ve içinde derin çukurların bulunduğu bir su birikintisinden ürpertiler içinde geçtim, boğulmadan geçebilmiştim. Buradan geçtikten sonra beni iki rahip karşıladı ve içinde rahat bir yatağın olduğu bir odaya götürdüler, derinden o kadar güzel bir müzik sesi geliyordu ki herhalde lir sesiydi, bir süre sonra kendimden geçmişim…

Uyandığımda karşımda çok güzel çıplak bir kadın vardı elinde içki dolu kadehiyle bana yaklaştı ve bana sınavı geçenlere sunulmuş bir hediye olduğunu söyledi. Yedi ölümcül günah öfke, açgözlülük, kıskançlık, oburluk, şehvet, gurur, tembellik, onu reddettiğimi söyledim. Bir süre sonra gelen rahip şunları açıkladı; eğer kadının bu sözlerine kanıp da kendisiyle cinsel temasta bulunsaydın, az önce içmiş olduğun içkinin içinde bulunan uyku ilacının etkisiyle uyur ve uyandığında yalnız olduğunu görürdün. Daha önceki sınavlardan başarıyla geçmiş olmana rağmen kendini yenmeyi başaramadığın için “nefsine hakim olmayı bilmeyen bir kimse duygularına da esirdir ve karanlık içinde yaşamaya mahkumdur” ve bir daha çıkmamacasına bu küçük odalarda hapis hayatı yaşardın.
Ellerinde meşaleler ile 12 görevli rahip geldi, Başrahibin ve görevliler kurulunun beklediği, siyah ve beyaz taşlarla döşeli Mabet’e götürüldüm. Burada Onu simgeleyen bir heykel ile onun eşi olarak kabul edilen ve kucağında oğlu bulunan bir heykel vardı. Başrahip bana, burada göreceğim tüm sırları hayatım pahasına saklayacağıma dair yemin ettirdi ve beni, kardeş rahip olarak ilan etti.
Kendisi, karısı ve oğlu bir üçlemedir. O kutsal baba, eşi onun dişil ve üretken yanını, oğlu ise İlahi Kelamı ifade eder. O bir bütündür ve tektir. Bu üç kişilik bölünme zaafın değil, mükemmelliğin ifadesidir
Artık “çırak rahip” unvanını almıştım. Ancak önümde, çok uzun bir öğrenme dönemi vardı. Çıraklık süresi kişiden kişiye değişirmiş. Bir çırak ancak, rehberi olan üstad rahibin kararı ile üst dereceye geçme hakkına sahip olabilirmiş. Yıllarca sürebilirmiş bu dönem. üstattan sürekli ders alıyor ve hücremde meditasyon yapıyordum. Bu uzun bekleme dönemimde görevim bilmek değil, öğrenmekti. Devamlı gözaltında tutuluyordum, sert kurallara büyük bir disiplin içinde uyan ve sürekli itaat eden biri olmuştum yavaş yavaş kendimde bir başkalaşım hissediyordum. Artık değişimimi kendisi de fark eden rehberim, zamanımın geldiğine karar verdi ve hakikatin yakında bana iletileceği müjdesini verdi. Ve bir akşam üstü Başrahip, hakikatin nuruna ulaşmam için ölmem ve yeniden doğmam gerektiğini, aksi takdirde Onun yüce meclisine katılamayacağımı söyledi.
"kendimi feda etmeye hazırım" dedim. rahip tarafından, içinde bir köşede açık bir mezarın bulunduğu "yeniden doğuş odası"na götürüldüm.Başrahip burada, ölümün herkes için olduğunu ancak her canlının da yeniden doğacağını söyledi. Beni mermer bir mezarın içine soktu ve kapağını kapattı. mezarda ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum, zaman kavramını kaybetmiştim. Ancak başımın hemen üstünde küçük bir deliğin olduğunu fark ettim. Beş köşeli yıldız şeklindeydi bu delik. Küçük delikten gördüğüm Oydu bütün varlığımla onu hissetmiştim ve yeniden doğduğumu ve beni kendi içinde yeniden doğurduğunu anlamıştım ben “o” Oda ben olmuştu.
Işık yavaş yavaş azalmaya başladığı anda mezarın kapağı açıldı ve Başrahip şunu söyledi; "Sen dün akşam öldün ve Onun ışığını görerek yeniden doğdun. Artık, büyük sırlarımızı öğrenmeye hak kazanan bir kardeşimizsin"...Sonra yeni üstat rahip olarak, "büyük doğu" denilen ve tüm üstat rahiplerin hazır bulundukları geniş bir salona götürüldüm, tören burada devam etti. Kapı, içeri girenlerin başlarını eğmelerini gerektirecek kadar alçaktı. Doğuda, Başrahibin kürsüsünün hemen üstünde, bir eşkenar üçgenin ortasındaki gözün içinden çıkan, kaynağı belli olmayan güçlü bir ışık bulunuyordu ve hemen altında uçları sola bakan gamalı haç. Bu, her şeyi gören Onun gözüydü.
"Kürsüdeki" şöyle dedi: "Bu noktaya kadar gelmeyi başaran sen, büyük sırların da eşiğine dayanmış oldun. Bundan önce sana verilen sırlar küçük sırlar. Şimdi ise, büyük sırları, yani Onun sırlarını elde edeceksinSen artık ölümlü bir Tanrısın. Ona ulaşmayı yakalayan Kamil İnsanlar ise, ölümsüz insanlardır. İlahi düzende hiçbir şey küçük olmadığı gibi, hiçbir şey de büyük değildir. Ne mutlu bu sözleri anlayabilene. Çünkü bunları anlamak demek, yüce sırlara sahip olmak demektir. Bu sırları kalbine göm ve onu ancak kendi dost bildiklerine ifşa et"...



JANWALJAN

Hiç yorum yok: