Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Mor ve Öteberi



hep denedin
hep yenildin
olsun
gene dene
gene yenil
daha iyi yenil…
S. Beckett


O gün beni cumhuriyet meyhanesine çağırdığı zaman aslında gitmemek için anında okkalı bir yalan uydurabilirdim ki fena bir yalancı sayılmam herkes gibi…
Masada,biri kız diğeri erkek gurur kokan suratlarıyla suskun bir çift,taktığı siyah küpeyle doğulu kimliğinden sıyrıldığının sinyallerini veren esmer bir çocuk,mekanik suratlı ruhsuz teknik bilgi deposu iki mühendis,kızıl saçlı hafif hayalperest iktisat öğrencisi bir kız ve yanında çalışmanın, ekonomik özgürlüğün çok iyi bir şey olduğunu iddia eden seksen beşli olduğunu sonradan öğrendiğim toy bir çocuk…evet kimse göründüğü gibi değildir tabi ki de. ha bir de hayatına giren bir erkekle tüm değer dünyasını değiştirmiş,kurtuluşu onda bulmuş, hayatının merkezine koyduğu bordrosu şişkin adamla “ yetişkinler dünyasındaki yerini alan şehirli özgür kadın” savsatansındaki eski(!) en yakın arkadaşım ve onun erkek arkadaşı…bundan eminim ama.
Oturduğumda eskiden barmen olduğumu ve rakı servisini yapabileceğimi söyledim böylece kendime gizliden fazlasıyla rakı koyabilirdim. Genelde içmeye başlamadan konuşamam. Yüzlerinde suskunluğum ve onlara yaydığım elektrikten kaynaklanan bir merak duygusu uyandırdığımı hissettim. Bunu bilerek yapmadım yapmazdım da, aslında insanlarla her zaman sıcaklık ve mesafe eksenli dengeli tanışmalar yaşayabiliyordum. Mühendisler … sözlük sitesinin moderatörleriydiler ve bu Internet sitesinin yazar alımları ile ilgileniyorlardı. Masadaki herkes o siteye üyeydi ve yazardı tabi ki de. Moderatörlerden bir tanesi beni siteye yazar olarak alabileceğini,hatta arkadaşımı tanıdığı için “pozitif ayrımcılık taraftarı” biri olduğunu şaka yoluyla bana söyledi. “Yazarlık kavramı değişmiş galiba çağı takip edemiyorum da,biraz açar mısınız bu yazarlık kavramını?” cevabını verdiğimde ise masadakilerin soğuk bir duş aldıklarını hissettim. Aslında o tip bir sitedeki yazarlık kavramının nasıl bir şey olduğunu çok iyi bilmeme rağmen, yaptığım şey sırf rahatsızlık vermek için söylediğim bir cevaptan başka bir şey değildi. Moderatör orda insanların birşeyler paylaştıklarını, etkileşim içerisinde olduklarını, yeni şeyler öğrendiklerini söyledi. Bense söylediklerinin mantıklı olabileceğini, ancak pek fazla uzlaşmayı seven biri olmadığımı, bilgiyi de bir Internet sitesinden almayı sevmediğimi söylediğimde, arkadaşımın suratı limoni bir ekşilikteydi. Bu cevap masada ikinci bir duş etkisi yaptı. Benimse aklımdan “eskiden tanrı vardı şimdi teknolojiyi tanrı yaptılar.” sözü geçti. Biri oradan ama insan sosyal bir varlıktır sözünü ettiğindeyse verdiğim cevap bak sen şu allahın işine oldu. İroniyi severdim hep…İçtikçe oradan kopmaya ve konuşmaya devam ediyordum. Doğulu çocuk benim az biraz kafadan kontak olduğumu anladı ve ağzımdan çıkanları büyük bir dikkatle dinliyordu ki pek de önemli şeylerden bahsetmeme rağmen. Moderatörler benden pek haz etmemişe benziyordu. ya söylediklerime cevap vermiyor ya da duymamazlıktan geliyorlardı. Benim onlarda gördüğüm en büyülü şeyse, bende olmayan bu kocaman inanmışlıklarıydı ki ben bu kuşkuculuk, neden ve niyelerle beynimi yerken… aslında hepsi okumuş iyi insanlara benziyorlardı. Ben mesleklerini, kişiliklerini, yaptıklarını eleştirmiyordum zaten kimseye de öyle yaklaşmazdım. Sadece kuru bilgilerle, oturdukları yerden atıp tutmaları beni biraz rahatsız etmişti. Bu medeniyetin, gereksiz gereksinim arttırıcı nesneler üreterek, bizi obur tüketici organizmalara çevirdiğini söylememek için kendimi zor tuttum. Ben gerçek bir medeni değilim yada değildim. Hasta sayılabilirim fakat eski kız arkadaşımın ya medeni ol ya da tedavi sözüne de pek kulak asmamıştım.
Arkadaşım, erkek arkadaşı ile evlilik planları yapıyordu bende onların düğünlerine gidip göbek atma planları… “ilerici” “modern” bir orta sınıf ailesi kurmak istemeleri normal karşılanabilirdi. Kendilerine üremek gibi gene benim bulamadığım, anlamlı bir varoluş amacı bulmuşlardı ve sırf bu yüzden düğünlerinde onları tebrik edebilirdim. Rakı güzeldi, kavun tatlıydı, peynir tam yağlı ve sertti. Ben o anda da şu anda da yaptığımdan emindim. Neden Nihat Genç gibi topluma ve insanlığa karşı büyük bir sorumluluk hissetmediğimi anladım. Yaptığımdan emin olmaya devam ederken aklıma kinyas ve kayra geldi….
Biri moda ve estetikten bahsetti. Aristokrat işiydi bunlar pek ilgilenmezdim. Estetikle ilgili söyleyecek şeylerim varken susmayı tercih ettim. Hayatımdaki boşluğu, nesnelerle dolduracak kadar akıllı değilim dediğimde herkes gülmeye başladı. Mesleğimi sordular, televizyoncuyum insan zehirliyorum, her iş kadar gereksiz bir iş dediğimdeyse kahkahalar devam etti. Gecenin sonuna doğru alkolünde etkisiyle iyice çenem düşmüştü. Söylediklerimin içinde, iyi yada kötü küçücük bir ruh olduğu için masada merkeze oturmayı başarmıştım. Kafka’nın Değişimi ile Camüs’ un Yabancı’ sı arasında gidip geldim. Çoğu şeyle dalga geçip, karamsarlık temelli ters gülümseyişimle masanın neşesini arttırdım. Karşımdaki, gotik (bu da ne demekse gotik bir mimari akım ama yeni nesil söylemi sanırım) kızın benden hoşlandığını yarım saat önce hissetmiştim. Bir ara benim her biri “skandal” la biten ilişkilerim, arkadaşım sayesinde masaya duyurulduğunda, kafalarında yarım kaldığına inandığım profilim tamamlanmıştı. Hakan Günday gecesi yaşıyordu sanki aklım Piç’ i hatırladım…

Gecenin en sevilen hikayesi ise, barda tanıştığım reklamcı bir kızla yaşadığım diyalog olmuştu. Kız sözü siyasete getirdiği bir anda politik birisi olduğunu, sol görüşü benimsediği,hafta sonları o an ismini hatırlayamadığım bir dernekte çalıştığını söyledi. Ben de iyi bir aktivist olabilirsin fakat, nasıl oluyor da hafta içleri işini iyi yapan reklamcı bir kapitalistken, hafta sonları geceleri ortaya çıkan vampirler gibi sosyalist oluyorsun onu anladım dedim. Sonra aklıma bizim fakültenin bahçesindeki kadrolu deli geldi. Sürekli bağırırdı: ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu… bazen de: bırakın sağı solu ortalık orospu dolu… haklıydı belki de.

Kalkmaya yakın mühendislerin yüzünde tuhaf bir kırıklık vardı ve ben en azından bir bok olmadığımı biliyordum. Sadece orada özgür kalabildiğimi düşündüğümden, tüm ortaklaşmalardan ve sözleşmelerden nefret ettiğimden, toplumun yapısı gereği faşist olduğunu bildiğimden, bu hayatta sadece sözcük ve yazının gücüne inandım. Mühendislerin yüzünde hala tuhaf bir kırıklık vardı ve ben hayatta hiçbir zaman kolaycı ve bahaneci bir insan olmadım. Tüm büyük söylem ve ideallerin yıkıldığı,imkansızlığın eskisinden daha fazla resmiyet kazandığı,nesnelerin devamlı biçimde algılarımızın içine ettiği, post-modernizmin hayatı televizyonlarda bir tiyatro sahnesine çevirdiği böylesine silik ve lağım kokulu bir çağda yaşadığım çok mutluydum. Mühendislerin yüzünde tuhaf bir kırıklık vardı benimde bildiğimi zannettiğim bir şeyler………….

Harun’nun söylediği parlak kutulardaki toy mühendisler bunlar mıydı acaba?





Bazen insan öyle olmak istediği için öyle olmaz.

Ben…





NEM

Hiç yorum yok: