Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Sığ çam ormanını...

Sığ çam ormanını kaplayan kar’ın yansımasını engelleyen ağaç gövdelerinin gri tonu ve dikenli yeşil yaprakları,
üzgün değilim.
Zihnin hazmetmesi, bedenin ve aklın yırtılışı, bu gri perde kalkarken…
Yürürüm yürürüm yanaklarım üşür ve üzgün değilim.
Ellerim üşür üzgün değilim.
Göğsüm acır gözyaşlarım süzülür ama üzgün değilim.
Bilirim her zaman dıştan akmaz gözyaşı, ne seni düşünmek zorundayım ne bir başkasını. Ellerim daha sıcak yüzüme kapatıp… yürürüm yürürüm.
Biliyorum aslında sorunun cevabını, yozlaşan sizlersiniz.
Unuttunuz kırlangıcın yuvasına çamur taşımasını, tırtılın kelebeğe dönüşünü, yeraltındaki karınca larvalarını, karganın uzun ömrünü, kaplumbağanın sert kabuğunu,
Çağlayan pınar, keskin çimen kokusu, usulca yağan yağmur.
Tabi ki artık sen değilsin, geriye kalan…
Baba “rab” seni seviyorum.
Geriye kalan sadece donuk bakışınız.

Girerken ağır adımlarla demirciler çarşısına, çekiç sesleriyle ezilen gönlüm, dönmeye başlarım dönmeye başlarım, sendin vazgeçip beni seçen bir gece katledilen…
Ben bir köleydim, kürek mahkumu zincir izleri durur bileklerimde,
Ben bir sunaktım İskenderiye okulu bahçesinde,
Ben bir kuştum babilin bahçesinde,
Ben cem sultan sen bayezid,

Bir sokak kenarında kustum kendimi avucuma, akarken parmaklarımın arasından bedenim aldım içeri bir köpek gibi yeniden...
Rodos’ta gezinirken bir prens gibi celladı olan bendim senin için ve yine senin için …
Bir hiç kalır geriye sadece bir hiç, benim var eden etimin etinden kanımın kanından benim var eden,
benim tomurcuğun patlayışı ilkbaharda,
ve yok eder ateşi kim dokunsa,
yakar ellerini ateşi,
kavurur göğü toprağı,
sonra savururum sonsuza,
ve emin ol dirilirim bir dağ başında taş kenarında,
Sonra yağarım ağır ağır toprağına kaldırırım tozunu yeryüzünün ki beni alırsın ciğerinin köşesine acıtırım etimin eti kanımın kanı…

Anlamını yitirirken bütün düşünceler işte o zaman tam o zaman,
Büyük bir acıyı çekmek zorundayken gönlün,
Kayıp düşerken ellerinden umut,
Ağır gelirken yükün sırtında,
Gözlerinin feri çekilirken,
Beni düşün…
Ne zaman düşersen beni düşün,
Ne zaman yorulursan, en umutsuz anında, ellerin ağırlaşıp kaldıramaz olduğunda beni düşün… Ne zaman düşersen o zaman seni severim…
Güldüğünde yokum,
Sevincinde yokum,
Umudunda yokum,
Bir kelimeyim artık dudaklarda acı bir ses, bir tebessüm, dervişin selamı,
Ruhu satılmış bir kölenin,
Dayak yiyen bir Afgan kadınının,
Katledilen bir çocuğun,
Aç yatan bir çocuğun,
Kömür taşıyan bir çocuğun,
Tecavüze uğrayan bir çocuğun,
Gözlerindeki yaşlarının tanesine dönüşürken umudu bir kılıç gibi ikiye ayıran gözlerim ki artık bir çocuğun umuduyum,
Bir hayalim,
Ki büyük bir atfedilmiş ruh var, ağzıdır kalbine giden yolun, ben çıkarım yolun sonunda hayalim çıkar hıçkırıklara boğulursun,
Artık kaldıramaz mutluluklar orada hüzün vardır…

Korku bir hastalık gibidir seni esir almasın, cesaret kılıcın her daim keskin olsun.

Hiç yorum yok: