Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Daha yanı başımdaki papatyalar kopartılmadan...



Daha yanı başımdaki papatyalar kopartılmadan... uzaktan gelen suyun sesi susmadan...ve ben hiç merak etmeden ırmağın kenarında açan çiçekleri... Günün beklenmedik bir saatinde, kırık aynaların ardında kırk yıl uğur getirecek renkler doğuyordu... boğuluyor gibiydi karanlık, gökkuşağının elleri arasında...
Ay'la savaşında esir düşen Güneş, göğsünden bir Anka kuşu kopartIP yıldızlara yardım çağrısı yollamıştı...
Hiçbir şey bu kadar zor değildi aslında... kanatları Güneş'e değip de incinmeyen küçük bir kız çocuğununki gibi, onu taşıyamayan kanatları kopup gidebilirdi... İmkansızlığa imkansız bir serzeniş, zamanın yeni bir boyutunu oluşturan koca bir kara delik açardı uzayın ellerinde... ve bundan sonra eline kaderin kalemini alamayacak olan yine ben olabilirdim...
Soluduğum yıldız tozları genzime kaçarken, ciğerlerimde büyük patlamalar olurdu belki...
Uzun zamandır aradığım bir şeyi buldum bu sabah...
Sabahın kör aydınlığında, daha göz kapaklarımdaki uyku ağırlığı kalkmadan... içime taze bir nefes
dolmadan farkına vardım yeni günün... Daha tüyleri beyaz bir güvercin odamın penceresine çarptı ve uyandırdı beni... Balkona düşmüştü, kanadı kırılmış gözleri sulanmıştı... Aklından neler geçiyordu kim bilir... Aklımdan neler geçiyorsa şimdi... uyanıklıkla uyku arasındaki ayaklarım beni sanki bir düşün
içine sürüklemiş, kanatları kırık güvercin gibi bir zindanın içine itmişti... Damağım kurumuş, ağzımdan çıkacak ilk sözde sessiz harfler tutuklu kalmıştı...
Kuş, balkonuma uzanan zeytin dalına doğru sürüklüyordu kendini... Yeni mevsime kadar kuruyan ağaç bir kanat gibi uzatmıştı dallarını... Yardım edemiyordum ona, avucumda korkudan ateş düşmüş göğsünü hisetmek istemiyordum... Ben de düşlerim içinde öyleydim çünkü... Tasvir edilemeyen, karanlık, soğuk bir zeminde sırt üstü yatıyordum... Her uyku vakti ellerim kelepçeli, savunmasız sorguya çekiliyordum... Kanım çekiliyordu aklımın ıssız tepelerine... ve bir fırtına kopup ardında yağmur, kar getiriyordu...
Uzun zamandır karaladığım bir sözü yazdım bugün...
Gecenin, bu sabaha kavuşan saatlerine kadar her ne yaptıysam... Yedi renkten birini kaybettim! Yağmur, doğanın dev
prizmasında kendini bulurken, ayrılırken bir sandık altına çil çil... Mavi renklerimi kaybettim... Denize ve göğe hasret dirildim gün ışığıyla, saatlerce sürecek bir yolculuğa hazır değildim... Uykudan kalktığımda kan beynime sıçradı ve yitirdim dengemi...
Sustum, bir köşeye pusmuş ellerimi çektim kalemin dar ağacına... Son isteğini sormadan devirdim altındaki tahtı. Sustum, şarkı devam etsin yeterki... Daha gün dönmeden sımsıkı kapattım ağzımı, parmaklarım aynadaki görüntüsüne dokunurken bir söze bin anlam yükleyememek dokundu bana...
Oysa ben sözleri şiire dökememiştim hiç, hiç aklımdan geçenler aklından geçenlere yakın olmamıştı…

Ahmet Özcan

Hiç yorum yok: