Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

başka bir eylülün merdivenleri

gidemediğimiz toprakların, uçamadığımız göklerin ve uzakları yakınlaştırıp yakınları kat kat uzaklaştıran bakışların arasından sıyrıldık. direne düşe, düşleri unutup umutsuzlukla vedalaşa vedalaşa, ölülerimizi toprağa, kalbimizi gelecek güne gömerek eksile çoğala geçti yaz. şimdi eylül… şimdi her yıl yazmayı alışkanlık edindiğim eylül yazısı için zihnimde uçuşan kalabalığı ve kalbimde bir türlü kurutamadığım bataklığın beni içine çeken acısını hatırlayarak düşünüyorum, ne yazmalıyım diye çünkü söyleyecek çok şey birikti. çünkü özlediğim çok şey var. iyisi mi ben sana o eylülden bahsedeyim; parklar ve ağaçlar için mücadele edilen, hatta nöbet tutulan, hatta ölünen günlerden… parkların kapandığı, polislerin insanların el ele tutuşmasını engellediği, iktidarın gri duvarların ardından savaş, yalan ve ölüm kustuğu, ethem’in, ali ismail’in, abdullah’ın, mehmet’in ve medeni’nin devlet eliyle, acımasızca bizden koparıldığı, berkin’in o nefret dolu günleri görmek istemiyormuş gibi gözünü bir gaz fişeğiyle kapayıp aylarca açmadığı, bir sürü insanın polis tarafından gözünün çıkarıldığı, devlet tarafından işinden, hayatından, sevdiklerinden edildiği güne getiren eylülü anlatayım sana. ne karanlık günlerdi ve ne çok inat edildi o karanlığı değiştirmek için… üstelik bize ait olmayan, nefes almamızı zorlaştıran bir hayatın içine hapsediyorlardı bizi. bize ait olan ne varsa değiştirmek, bitirmek istiyorlardı. bunca korkunçluğa rağmen –ve aslında bunun sayesinde- o yaz bize içimizdekileri söylemeyi, çoğul acıların yasını tutmayı öğretti. yalnız olmamayı, umutsuzluğa alışmamayı içimizdeki kuyu ne kadar derin olursa olsun, yeterince bağırırsak sesimizin göğe ulaşacağını, kuyunun sesimizi yutmaya muktedir olmadığını öğrendiğimiz bir eylüldü. çok baskı vardı üzerimizde ama yine de gülüyorduk, inanmıştık bir şeylerin değişeceğine. birçoğumuz çok ağır bedeller ödemişti ve onların acısı midemize yumruk gibi oturmuştu. bu yüzden gri merdivenleri rengârenk boyadı inanan insanlar. içimizdeki ve şehrimizdeki tüm duvarlar, merdivenler, sokaklar rengârenk boyandı. çünkü değişiyorduk. çünkü artık herkes kabuğunun içindeki değerli incisini meydanlara saçmıştı. değişmeyen egemen gücün nemrutluğu, renklere ve özgürlüğe duyduğu sonsuz nefretti. çok dayandı, çok yara aldı, çok fazla tuzağa rastlayarak ve çok kaybederek geçti insanlar o yollardan. ve sokaklara çıkıp bağırmaktan şu kadarcık korkmuyorlardı çünkü gri duvarların, kokuşmuş sistemin, korkunç ve kirli bir karanlığın bekçileri tüm yaşam alanlarımızı sarmalamıştı. belki de bu yüzden korku duvarı bir eşikte aşılmıştı. sonra bambaşka günler geldi; pırıl pırıl, özgür… ne karanlıktan, ne gelecekten, ne gelen geceden, yani aslında hiçbir şeyden korkmadan yürüdüğümüz günlere eriştik. şimdi herkes birbirine daha kolay söyleyebiliyor sevdiğini, işte hepsi o eylülün eseri. bugün bambaşka bir göğe bakıp sınırları yok sayıyorsak, o eylül sayesinde şimdi de bir başka eylül, iliklerimize ilk rüzgârıyla işledi. çok uzun zamandır kapımıza bırakılmış bir türlü dikkatimizi çekip de okuyamadığımız bir not gibi kıvrımları açılmamış ve hazır bekliyor hüzün. ama yine de insan nasıl anlar güzün başladığını? unuttuğuna kendisini bile bir türlü inanmadığı biri başka başka şehirlerden ses verdiğinde içi acıyorsa mesela. gözleri en sevdiği hırkayı aramaya başladıysa ve akşam esintisi ruhuna pençelerini geçirdiğini hissettirmeye başladıysa, uzak olan yakınsa artık ve önüne yollar açıldıysa, dar gelmeye başladıysa karanlık, eski mektuplar sahiplerine ulaşmak için ayaklanmaya başladıysa ve gözleri çok uzaklara dalıyor, vücudunun her santiminde ruhunuzu kamaştıran bir ürperti alıp yürüyorsa, eylüldür. tıpkı bu eylül gibi. ve tıpkı yılların tortusunu üzerimizden atıp her şeyi yeniden kurmamızın işaretçisi olan o eylül ve o eylülün rengârenk merdivenleri gibi aradığımız, bulduğumuz ve kaybettiğimiz ne varsa bir hikâyesi olsun diye oluşturulan direniş zincirleri gibi kaybetmek, unutmak ve yeniden hatırlamak gibi, kapımızda ve uzak, uzak ama içimizde. çünkü kendisinden önce sesi geliyor eylülün, içimizle ve dışımızdaki dünyayla barışalım diye.

Hiç yorum yok: