Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Sürekli sek sek !

Seninle sek sek oyunu..

turuncu mu diye sordum

“turuncu” dedi …turuncu kiremit rengi…özensizce duran bir taş…kenarları özensizce yuvarlanmış basit bir mermer taş…!

Bu cevabı beklemiyordum ,verilecek en basit cevabı beklemiyordum..ki basit bile değilmiş aslında…basit bir turuncu hiç değilmiş..içinde balıklar yaşarmış…fosforlu kayaların en dibinde..yosun tutan kayalıkların dibinde yaşarmış..pulları turuncuya çalarmış…turuncuymuş anladım ama yine de bu cevaba şaşırdım…
Yol üstüne bir sek –sek çizmiştin sen hatırla..günlerden bahar mıydı neydi…havalar erkenden alacakaranlığa bürünmüyordu bundan hatırladım..sek-sek çizmiştin ve de ilk eli bana vermiştin..ellerimizde mermerden bir taş bu oyunu oynayacağız demiştin..şehrin en kalabalık yerine çizdiğin bir sek-sek ..çizgiler seyrek,özensiz ve de içindeki rakamlar da gelişigüzel serpiştirilmiş…yorucu olacak anlamıştım ilkin…ilkinde çoğu şeyi anlamayan ben bir anda anlamıştım…ki ben hayatı başkalarının sözlerinden öğreniyordum sen gelene kadar...bir sek sek taşı gibi oradan oraya savuruyorlardı beni....1 2 3 4 5 6 7 8...8.karede şöyle bir duruyorum ki bilirsin 8 sonsuza kadar sürer..kafam karışıyor bundan,karıncalar 8in üstünde arz-ı endam ediyorken...bu bir oyun işte..basit bir sek sek oyunundaki özensiz mermer taş gibi...basit, kenarları özensizce yontulmuş bir taş gibi...hayatımızı o karelere sığdıracakmışız oyun buymuş...çizgi dışarıda sayılırmış...hayatımızı o karelere sığdıracağız ve basit bir mermer taşla atacağız ...ölüm bile bir oyun belki de keza ölünce tıpkı seksekte ki mermer taşın bir benzeri dikilmiyor mu tepemize !

ilk taşı attım

tam da birin içine düştü tam orta yerine ..yüreğime bir kor düşmüştü o an, bunu bildim..bilmek sözcüğü aşk kelimesinin yanında nasıl da iğreti duruyordu halbuki…ilk o an anlamalıydım bu aşkın bilmemekten geçeceğini ama sezinleyememiştim….yüzümde inceden çizdiğin o kutsal gülümsemeyle yaşadım bir süre…1deydik henüz..kutsal bir “bir”liktelikti bu …sezinlemiştim…
sol ayağımı mı kaldırsam yerden daha hızlı ilerlerim..tüm o sayılardan daha hızlı mı geçerim..yoksa sağ ayağımı mı kaldırsam …rakamlar dans eder…özensiz rakamlara bir rakkase eşlik eder…1 2 3 4 5 6 7 8 ..kutsal sayılarımdı benim…kutsal sayılarıydı aşkın…çünkü aşk sadece 8e kadar sayıyordu …ondan sonrası sonsuzluktu..ve sende hep bilirsin ki 8 sonsuza kadar sürer…kafan karışır karıncalar 8in üstünde arz-ı endam ederken…ama henüz “1”deydim ..daha bu oyuna yeni başlamıştık…sabırlı,dikkatli ve de oldukça tekinsiz geçtim hayatın o sekiz dilimli karelerinden…1 bitmişti…mermer taşı yerinden aldım..tekrar başlangıç noktasına döndüm..sen saçlarını iki tarafından toplamıştın..annen görse çocuk zannederdi seni…küçük bir flash back yaşardı…biliyordum bu bir oyundu…biz bir oyunduk…seyircileri korkutma görevi üstlenen acemi figüranlarıydık hayatın…sek-sek sürüyordu ama biliyordum yaşım sana tutmuyordu….1 2 3 4 5 6 7 hızla bitti..8 geldiğinde devinim başladı..sanki ne bitiyor ne de başlıyordu…ne başı vardı onun ne de sonu…çokça koktum ilkin bunu biliyorum…yanı başımda olmasan taşlarımızla ne yapardım bilmiyorum..sek sek taşları..mermerden ve de turuncu kiremit rengi..!

Seninle o otel odasında…

Ah diyorum nasıl geldik bu otel odasına…hangi zamandayız…yıllardan ne ,günlerden ne..peki ya seksek ne oldu…ekim nerede peki ya o deniz !
Ah diyorum seni düşünüyorum sen yanıbaşımda boylu boyunca yatsan bile… ama nasıl..bir göz gibi görmek..bir kulak gibi duymak ..bir nefes gibi solumak...ama nasıl dişlerini geçirirken hayatına, dilinin kamaşması gibi...içinin irkilmesi gibi...ve de en ürkek yerinde patlayan o güneşin tohumunu çıplak ayakla ezmek gibi...ama nasıl damarınla kanınla dört başı mamur bir gezegen yaratıcısı olmak ve de en büyüğüne yaklaşıp orada yeni yeni küçük küçük yaşamları yaratmak gibi bir şeydi istediğimiz...sonuna geldiğini sandığında ve bir yerden inatla çıkan küçük tomurcuklar gibi..saksılara dikseydik de hep yanıbaşımızda kalsaydı seninle..ikimiz karşılıklı kutsal bir seremoni eşliğinde bakardık..gizli bir ayin gibi ,bir requiem gibi içimize tapınırdık..ikimize tapınırdık !

ah diyorum bu sessizlikte nereden çıktı şimdi..ki perdeleri bile henüz indirmemiştik ...güneş odaya bile dolmamıştı henüz..ve de alacakaranlıkla henüz seviştirmemiştik bedenlerimizi...nereden çıktı diyorum bu sessizlik..dudaklarının dili olsa da konuşsa şimdi...dillense dilin, dile gelse ...yok demiştin ...unufak olmayı bile beceremiyorum demiştin en son ..ben bunu hatırlar ve de onu kendime taç yaparım..dalların arasından dilin dökülür...geceye akar...gece akar...gece henüz ayak dibimizde değildi ama derim ...perdeleri neden çektin ...sana kızgınım şimdi..tüm otel odalarının perdelerini çektireceğim...sevişenler ulu orta görünecekler...uyuyanlar ulu orta görünecekler...yalnızlar ulu orta görünecekler...ki bilirsin otel odalarının o mahzun ışığı altında neler var..ki bilirsin seninle bir ekim gecesinin bir otel odasındaydık ve de ellerimiz denize hasret kokuyordu...denize çekilmiş tırnaklarını gördüm..kırmızı ojelerin denize çalıyordu...ayaklarında adı konmamış bir sahil kasabası ...ayak parmakların o parıltı sığınağı...! perdelerini çekeceğim tüm otel odalarının şimdi.. ve alacakaranlık kokacak tüm yatak odaları..!
ah dedim sana nasıl anlamazsın bu bir med cezir… gelir gider..gelir gider...sandal bir ileri bir geri sallanır..sular gelir sular çekilir..kıyılarda parıldayan o ilk suların titreşimi ...gelir ve gider ..gelir ve gider..ama biz kalan o parıltıya şaşarız..nasıl oldu birden böyle gözümüz kamaştı deriz...sonra kıyıya iner deniz kabukları toplarız evdekiler için...uyuyanlar için...uyandıklarında denizle uyansınlar diye...çokça toplarız...çok olurlar ellerimizde..o kadar çok olurlar ,o kadar çok olurlar ki ellerimiz kanar ..avuç içlerimiz kanar..taşıyamaz olur..ellerin suçu neyse..tüm suçu ellere yükleriz..tüm suçlu o ellerdi deriz...ama yok böyle değildi..biz sadece parıltı toplayacaktık yerden ...ve uyuyanların kulağına denizi fısıldayacaktık..nereden çıktı şimdi bu kan....kırmızı...akışkan sıvı...ellerimiz kurban bize..ellerimiz yerle yeksan...parıltı !

düşümde bir deli..düş-üşüm bir deli !

o otel odasının o ilk gecesinde basbaya parıltılıydı işte o ilk geceki rüyam…çokça Japon balığı görmüştüm…o otel odasının o ilk gecesinde seninle uykuyla uyanıklık arasındaki o ilk gecede…çokça Japon balığı vardı ellerimde..ve ellerime inat dökülüyorlardı ..sonra delinin elinden gördüm onları…dökülüyorlardı delinin elinden..deli çokça kızgındı bana…neden bana bakıyorsun der gibiydi..bana bakma ..çevir başını..japon balıklarımı ürküteceksin dedi ilkin …ve de usulca kuyuya koştu…o ilk başlangıca…!

deli o kuyunun başına geçip elinde kırmızı bir kovayla su çekiyormuş ama suyu gören olmamış ama o su var bilmiş...görenler anlamamış deli işi ya ne olacak demişler...çokça beklemişler ama hani bir şey olunca toplanan o insancıklar gibi..toplanmışlar kuyunun başına...ne olacak diye beklemişler..saatler geçmiş ama o deli aynı bilindik ritüelle devam ediyormuş..kuyuya kırmızı kovasını daldırıp daldırıp çıkarıyormuş sadece...sadece ritmik hareketler eşliğinde sessizce bunu yapıyormuş..gökte o sıra dolunay varmış..dolunayın ışığı kuyuyu aydınlatıyormuş...ayın o ışığı bizim deliye yol gösteriyormuş...çokça saat geçmiş..kalabalık huysuzlanmış yok demiş bunun sonucu yok ...sonra gitmişler yavaş yavaş o kalabalık dağılmış...onlar gittikçe azaldıkça onlar..bir ses duyulur olmuş kuyudan ...bilinmedik bir ses ..iç ses gibi...sanki biri bir şarkı mırıldanıyormuş deli bile duymuş o sesi ama aldırmamış...kova aşınmış..ip aşınmış..avuçları kanamış...ama bitirmemiş... kalabalık tamamen yok olmuş..deli bir kuyuya taş atmış...kocaman bir taş ..mermerden bir taş ..sek-sek oynayan çocuklardan aldığını söylemiş herkese.üstünde kiremitle çizilmiş turuncu turuncu çizgiler varmış üstelik...yazmayı yeni öğrenen çocukların elinden çıktığı belli turuncu çizgiler...kuyudaki o ses o müzik turuncu ezgiler çalmaya başlamış...deli böyle demiş...yemin ederim kuyudan turuncu müzik çalıyordu diye seslenmiş ..tüm o gidenlere...ama gelen olmamış...gelen olmamış..kimse o turuncu müziği duymak istememiş...deli üzülmüş...ilk defa anlaşılabileceğini inanmış..ilk defa gerçekten deli olabileceğine inanmış...ama inandıramamış...birden büyük bir patlama duyulmuş....kuyudan gelen bir patlama...kuyudan bir sürü turuncu japon balığı fışkırıyormuş....binlerce turuncu japon balığı ...binlercesini tek seferde saymış..buna bile yemin edebilirmiş...çokça sevinmiş deli buna...çokça sevinmiş ve o kadar sevinmiş ki yerden kiremit taşından bir sek sek çizmiş...sonra kendi başına oynamaya başlamış...sayıları geçtikçe biraz daha kayboluyormuş... sayıları tek tek geçtikçe biraz daha siliniyormuş silüeti sanki..ellerine bakmış 7.sayıya geldiğinde..göremez olmuş..sanki astral seyahate çıkıyormuş...sanki bir başka turuncu evrene gidiyormuş elinde ki turuncu taşla....8e geldiğinde artık devinim başlamış...dönüp duruyormuş..tıpkı 8 gibiymiş..vücudu 8 gibi olmuş...görünmeyen ellerinden karıncalar çıkmış..görünmeyen ellerinde karıncalar 8 çiziyormuş...korkmamış hatta eski bir huzur duymuş...kuyuya bakmış japon balıkları bile 8 çiziyomuş...her şey sonsuzlukta mıydı yoksa demiş birden deli..anlamış...ve de her şeyi anlayan insanların o vakur gülüşü gibi bir gülüş takınmış..ama gülüşünü görmemiş...görülmezmiş gülüşler..görülmezmiş ki..görseydik belki de hep gülerdik ...görseydik gülüşümüzü belki de güldürebilirdik insanları gerçekten ...bunları düşünmüş...tüm o gürültüyü duyan insanlar tekrar kuyunun başına gelmişler...ama gördüklerine inanamamışlar..japon balıkları rakkase gibi dans ede ede 8 çizişlerine bakakalmışlar...deli yok olmuş...astral seyahate çıkmış...artık sürekli seyahat edecek büyük bir turist...turuncu deli... ve de japon balıklarının efendisi...!

sabah oldu sen delilik kustun !

sabah olmuştu perdeler hala inik…uyuyanların perdeleri…sevişenlerin perdeleri…yalnızların perdeleri..hepsi inik…alacakaranlık henüz…ve de henüz doğmadı güneşin parıltısı o otel odasına…
kus, ben ellerimi açar o parıltıyı yakalarım her şekilde..deliliğin parıltılarını..ki zaten öyle oldu..sen kustun ben telaşlı telaşlı ellerime dökülenleri aldım kavanoza koydum...cam bir kavanoza..içi görünenlerden ..içini görebilirsin..içimi görebilesin diye..içimizi görebilelim diye...sonra aldım onu güneşe çıkardım...perdeleri çekilmiş odamızdan sızan o güneşe..içinden yeni yeni küçük filizcikler yeşersin diye..acı çeksin de dönüşsün diye..dönüşecek dönüşüm başlıyor sabah olduğunda güneş sırf bu küçük kavanozu aydınlatsın isterim şimdi..fena halde bencilim ..sadece ikimize ait bu kavanozu ısıtsın ve de içindeki o parıltıyı seviştirsin isterim kendi parıltısıyla...fena halde doldurduk kavanozumuzu...mesuduz..acıyla yoğrulduk ama kelebek olacağız sabah..herkes işine gücüne gidecek ama biz telaşlı telaşlı çiçeklere konacağız..hem de çıplak ayaklarımız..sersemce uçacağız..ah işte bütün bunlar içindi bütün nedenler..tanrı içimize yerleştirmiş en pis gülüşünü..requiem olmuş bizi kutsamış..biliyorum .... kelebek olacağız…8 sayısındaki o devinim gibi…


Sürekli sek-sek


Sol ayağım 8.karenin tam ortasında…taşı yerinden alıyorum…arkamı dönüp tekrar başlangıca gideceğim çünkü oyun buydu hep bildik…çünkü olsa olsa gizli bir devinimdir aşk…hep bildik …tüm o sevişenler,tüm o uyuyanlar,tüm o yalnızlar yine o otel odasında…güneşi bekleyecekler ve de güneşle irkilip güneşle uyanacaklar…ama henüz yok..henüz kavanozlara koymamışlar ruhlarını…ve de esrik rüzgara asmamışlar kurusun diye..!

8.karenin içindeyim…ve tekrar 8 den geriye doğru yavaş yavaş,ayaklarımın ucuna basa basa gideceğim..incitmeden,kırılgan ve de naif… usulca…parıltı !


Aslında her şey…

8 den geriye doğru sayacağım ve açacaksın gözlerini, 8 7 6 5 4 3 2 1..aç gözlerini ..uyan..kendini nasıl hissediyorsun…?



Murat Uyanık


M.C.Escher

Hiç yorum yok: