Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Beyazlara bürünmüş bir gerçeklik…

Karanlıkla örülü bir yerde sadece dikiliyorum…az önce uzunca yürüdüm o yerde…uzunca sürdü…volta gibi bir o tarafa bir bu tarafa yürüdüm..ama şimdi öylece kıpırtısız dikiliyorum…ama karanlık çokça sinmiş…gece üstüme üstüme gelince ilk ürktüm yemin ederim..baya ürkünç görünüyordu..hem gölgemi de göremiyordum ki neden korkmayayım..o yerin az ilerisinde bir sokak lambası gördüm..koşarak yanında durdum gölgemi görmek için…çünkü gölgemin varlığını duyumsamak yaşadığımı duyumsamakla eşdeğer gibiydi bana…gölgemi görmek iyi gelirdi…kendine yeten bir gölge…sahibinden ayrıksı duran ve de her gece bir yıldız gibi parlayan o gölge..sevindim..mutluluk verdi bu kısa sekans…iç huzuru hissettim..ne kadar benden ayrıksı dursa da gölgemin burada oluşuna sevindim yoksa katlanamayabilirdim bu karanlığa…dikilmem uzun sürmedi yine şartlanmış bir deney faresi gibi yürüdüm bir o yana bir bu yana..amaçsızcaydı belki de …hani şimdi biri görse bu adam ne yapıyor der…o kadar ayrıksı..ve o kadar kendiliğinden…ama umursamadım..umursamamalıydım…sınırları önceden çizilmiş o yolda ya da adına ne deniyorsa ona öylece arşınladım…ne kadar zamandır buradayım ve ne kadar zamandır bu ritüeli gerçekleştiriyorum bilemedim..gölgem gibi zihnimde benden ayrıksıydı galiba..zihnimi aradım..zihnimi de tıpkı o gölgemi gördüğüm gibi görebileceğim bir sokak lambası aradım…zihnimi görebilir miydim…hani küçük bir ışık olsa da görsem…ama insanlar bana onu elle tutulur gözle görülür bir şey olmadığını onu sadece hissedebileceğimizi söyledi..sanırım ben buna üzüldüm..çünkü çokça zamandır hissiyatsızdım …çokça zamandır şartlı refleksler halinde yaşıyor ya da yaşadığımı zannediyordum…bu hoşuma gitmedi..en azından neden burada olduğumu ve neden bu saçma şeyi sürdürdüğümü bilmek istedim…çokça çırpındım…yine dikilip uzun uzun düşündüm…ama bulamadım nedenlerini..sanki tüm nedenler benden gizli bir yere gitmiş ve de kıs kıs arkamdan gülüyorlardı şimdi…üzüntüm yerini kızgınlığa bıraktı…kızgın bir ok gibiydim..hani şimdi bir yayım olsa kendimi en olmadık yere savurabilirmişim gibi…kızgın bir ok …kendinden savrulan ve de amaçsızca bir yere düşen ve de düştüğü o yerde ikircikli bir hayatı başlatacak olan bir ok…ayaklarım acıyordu demek ki çoktandır buradaydım ve de çoktandır yürüyordum…çokça sürmüş olmalı evet…bunu bildim …bildiklerime eklediğim küçük bir bilgi daha…biraz daha ağırlaşan bir ben..bir şeyi daha bilmenin insanda yarattığı o ağırlık…bir şeyi daha bilmenin verdiği o kekremsi tat…artık durmalıydım ne düşünmeli ne de yürümeliydim…sokak lambasının altına oturdum..gölgemde yanıma oturdu…birlikte güzel güzel sustuk ..birlikte tüm amaçsızlığımıza sustuk..birlikte ikimize sustuk…ama biliyordum o vardı..yanımdaydı …

sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum…biri göründü tepemde..yüzü zayıfça ,gözleri o yüz için fazlasıyla büyük biri..yanıma oturdu…hey kalk oradan gölgemi eziyorsun diyecektim ki birden durdum…birden fazlaca “normal” bir adam gibi görünmek istedim…birden herkes gibi düşünen biri…yine iç huzur hissiyatı..bilindik bir yerde olmanın ve de bilindik bir şeyi düşünmenin verdiği iç huzur gibi…adam da sessizdi …gölgeme benziyordu sessizliği..sevebileceğimi düşündüm bunu da…sevdiklerime ekleyeceğim bir beden daha…insana yeni bir ağırlık duygusu vermekten başka bir şeye yaramayan o sevme güdüsü..insana ağırlıktan başka bir şeye kazandırmayan bir insanın varlığı…ama yine de sevebileceğimi düşündüm…huzurluydum şimdi…ne gerek vardı ki bunu bozmaya…hem o gölgeme benzemiyor muydu…ne gerek vardı şimdi hissiyatsızlığa…ellerini açtı ve elleriyle bir takım anlamadığım şekiller yapmaya başladı…birden şaşırdım …anlayamıyordum …sanırım o bunu anlamadı…onu anladığımı düşünmüş olacak ki bir süre sürdürdü…ama ben kayıtsızca suratına bakmaya devam ettiğimden birden durdu…ellerini kavuşturdu birbirine…elleri buna üzüldü..elleri sahibine üzüldü..elleri yine anlatamadığına ve yine anlaşılmadığına üzüldü…ben de ona üzüldüm…çokça derinlerde bir hisle sarmalandım…çokça derinlerde usulcana yatan bir hayvanı uykusunun en güzel yerinde uyandırmak gibi…kızgın bir hayvan uyandı içimde ve önüne ne gelirse öldürmeye başladı…kim çıksa karşısına aman vermiyor herkesi tek tek öldürüyordu…birden buna dönüştü hislerim..çünkü acı ve de hüzün olsa olsa buna dönüşürdü..acı ve de hüzün olsa olsa yok etmeye dönüşürdü..birden yine o iç huzurumu kaybettim..birden yine kendimi kaybettim…ne yapacağımı bilememenin verdiği kaotik sanrılar…kalktım yerimden adamsa ne yapacağıma bakıyordu şaşkın şaşkın …o koca gözlerini irice açmış hüznüme bakıyordu…karanlığa doğru yürüdüm yine…yine o ritüeli sürdürmek için değil …bir şeyler bulurum ümidiyle yürüdüm..ara sıra arkamı dönüp o adamın gelip gelmediğine bakıyordum…ama gelen yoktu…buna sevindim mi üzüldüm mü bilemedim…bir taraftan yürüyor bir taraftan da dikkatli dikkatli çevreme bakınıyordum bir şeyler bulurum ümidiyle…belki de yüzlerce kere geçtiğim o yolu yine yürüyor gözümden kaçan bir şey olabilir ümidiyle bakınıyordum…ama hiçbir şey bulamadım…hiçbir şey yoktu…birden hiçlik düştü aklıma …hiçlik bu muydu yoksa..hani insanların dediği ve de onu türlü türlü şekillerde anlattıkları ve de benim onu türlü türlü şekillerde tanıdığım hiçlik bu muydu…eğer hiçlik buysa neden ben vardım..neden o konuşamayan adam vardı yanı başımda ve neden o sokak lambası…karanlığın bir yerinde durdum…yine kıpırtısızca dikilip tüm bu sorulara “mantıklı” bir açıklama getirmeye çalıştım…tabi ya tabi muhakkak vardır bir açıklaması dedim…ve onu bulana kadar da yılmayacağım dedim…bir yerlerden bir şeyler çıkacak ve ben “gerçeği” bulacağım dedim..ya da bir yerlerden insanlar çıkar bana söyler burada neler olduğunu dedim…ilk önce inandım buna…tüm benliğimle..tüm bedenimle ..tüm fizyolojimle inandım…inanmam gerekiyordu çünkü…çünkü aklım tutunacak bir yer arıyordu...sığınıp kalacak kuytu bir yer…inanmak yerini avuntuya bıraktı…avunduğumu düşündüm…aklın bedene oynadığı küçük oyunlar dedim ….aklın bedene yaptığı küçük akıl oyunlarıydı bunlar …hiç bunlar “gerçek” olur mu dedim…yorulduğumu hissettim..çünkü yine ayaklarım acıyordu…geri dönüp o adamın yanına oturmak istedim…belki de ondadır tüm bu karmaşanın cevabı dedim…sokak lambasını uzaktan seçer gibi oldum..sevindim…insanın bildiği bir yerde olmasının verdiği iç huzur..tanıdık bir yer tanıdık bir yüzü görmenin verdiği o iç huzur gibi…acıyan ayaklarıma inat adımlarımı hızlandırdım…ama bir terslik vardı..ne kadar yürüsem yürüyeyim sokak lambası hep aynı yerinde duruyor gibiydi…yok dedim kendime çokça yürümüş olmalıyım dedim…aksi bir şeyi kabul etmek istemiyordum…aksinin gerçekliğine dayanamazdım…yüreğim el vermez kendimi bırakırım bu karanlığın içinde dedim…yürüdüm..yürüdüm ama sahne değişmiyordu…umutsuzluğum had safhadaydı..sanırım yitiyordum…yitiriliyordum…birden yere düştüm..ayaklarım daha fazla çekemedi hüznümü…gözlerimin kapandığını hissettim ama karşı koymadım…karanlık küçüldü küçüldü ve tek bir nokta olarak kaldı gözlerimin içinde…

Gözlerimi açtım birden…birden bir güç gözlerini aç dedi…birden canlandı ruhum o mutsuzluktan…mutsuzluk beni tekrar doğurdu…birden bir küçük ışık belirdi..sarı yuvarlak bir ışık…sevindim ….ama belirsizlikti bu da..çünkü o ışık neydi bilmiyordum…belirsizliği her “normal” insan gibi sevmiyordum ben de…o yüzden sadece kıpırtısızca baktım…konuşamayan adam neredeydi...sokak lambası neredeydi…ve her şeyden öte gölgem neredeydi…tüm yitirdiklerimi düşündüm…yine derin bir umutsuzluk hissi…sarı yuvarlak ışık yaklaşıyordu..birden her şeyi bırakıp ışığa yöneldim….tek merakım o olmuştu..sanırım unutuyordum …boşlukta dolanan bir nokta gibiydim..sadece ışığını bekleyen bir nokta…aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum birden o ışığın koca bir ışık oluverip karşımda bitiverdiğini gördüm…ışığın arkasında iki adam durmuş bana bakıyordu …korkmadım bunları da o konuşamayan adamlara benzettim çünkü…ama bunlar ondan daha farklılardı..daha güçlü görünüyorlardı ve de daha kararlı..sanki ne yapacaklarını önceden biliyorlarmış gibilerdi…ben sadece bakıyor ilk tepkinin onlardan gelmesini bekliyordum..çünkü güçsüzdüm ve de güçsüz oluşumu çoktan belli etmiştim…gardımı alamamıştım …o yüzden sadece bekledim…sonra biri cebinden bir şey çıkardı..üstüme doğru emin adımlarla yürümeye başladı…doğrulup kaçmak istedim..ama beni bir hamlede yakalayarak elindekini koluma batırdı…ellerinden kurtulup tüm gücümle koşmaya başladım…ama çok gitmeden yere düştüm..gözlerim yine kapandı…yine karanlık, bir nokta gibi sadece gözlerimde kaldı…

Yine uyandım..ama yine ne kadar zaman geçti bilmiyorum…sanırım şimdi her şeyi anladım..sanırım “gerçek” dünyaya döndüm…bir hastanenin en kuytu odaların birinde yatıyorum şimdi..ama nedense burada daha önce bulunmuşum hissiyleyim..küçük bir deja-vu hissi…yoksa hep burada mıydım..yoksa burası mıydı tüm ben bildiğim..bilemedim…eğer burası gerçekse tüm o karanlık neydi…o konuşamayan adam neydi…o sokak lambası neydi..düşünmek istemedim…yorulmak istemedim..zihnim bomboş olsun istedim…beyazların içindeydim ve de bu beyazlıkla yaşayabilirim diye düşündüm…kendime yeni yeni gerçekler aradım…beni avutacak küçük zararsız gerçekler…ve zihnimin bana sunduğu ilk gerçeğe tüm gücümle tutundum…

Bir hemşire içeri girdi ve bana iki tane hap verip içmemi söyledi…itaatkar bir köpek gibi uysaldım..denileni yaptım…fazla sürmeden vücudumda yine bir uyuşukluk hissettim…ama diğerlerine benzemiyordu..daha güzel bir uyuşukluk…beyazların içinde kayboldum..ayaklarım kayboldu…ellerim kayboldu…gözlerim kayboldu…işte benim gerçekliğim buydu…beyazlara bürünmüş bir gerçeklik…


Murat Uyanık

1 yorum:

Adsız dedi ki...

evet sokak lambasının altındaki o adam senmişsin