Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Tanrı demiş çok hatırlama sen ,bana mı özendin çocuk !

tanrı çok hatırlama sen dedi ...çünkü inciniyorsun çabuk..hissiyatsız gibi oluşun kendi içindeki o güçten geliyor ama bu değil...
hatırlamadığım için tanrıya bile kızabilirdim şimdi kızmadım..kızamazdım da …çünkü bilirdim o da insanlar gibi ayak ucumdaydı…ah bir kral aristokrasisi gibi değil…vakur bir duruştan ileri gelen bir şey değil ..ama bilirdi işte tanrı…nerede olacağını bilen bir tanrı…ama demiş bana tanrı çok hatırlama sen… ama bildik ve de bilindik bir tümce gibi o soysuzluğuna üzüldük…bildik iyi bir tanrı..ve de bildik kötü bir tanrı… ama onun da iyi taraflarını vardı bilirdik o yüzden karşılıklı suskunluk halimizle bugünlere kaldık iyi ve de kötü...çünkü bazen kötü ben oluyordum bazen de o...iyi ve kötü işte..kötü bir çocuk iyi bir tanrı...unuttuklarıyla ve bana düşledikleriyle..…beni düşleyişiyle… elimi siyaha boyayıp boyayıp çıkarmasıyla...yoksa tanrı usta işi bir heykel gibi...ama var ya harbi kaskatı bir heykel…

tanrı dedi ki çukuru kaz

çukuru kaz onların kabuklarını nasıl bırakmış olduklarını gör...çukuru kaz ve de içeri gir...onların içinden geç...ve de kendine yeni yeni kendine benzeyen türdeş yalnızlıklar edin...çukuru kaz "sana çarpılıp sana bölünen" binlerce neslin kalıntıları arasında dolaş ve de kendini sil baştan bu olmamışlığa soyundur...ışığı aç ama karanlıkla örtülü bekleyiş koridorunun sonundaki pencereye bakma....perdesi çekik olan..ve de o perdenin önünde duran ihtiyar ve de gözleri çekik adama sakın bakma...bir tiyatro sahnesinde suflör o ...çünkü herkesin ne söyleyeceğine o karar verir...o söyler insanlar tekrarlar..o söyler insanlar söylüyormuş gibi yapar...ama insanlar onu alkışlamaz..çünkü işi sadece perdenin arkasındadır...çukuru kaz sana çarpılıp sana bölünen bir çiçek tozu kıvamında yaşamı verecekler sana...kokularına sinecekler o çiçek tozlarının...ayçiçeklerini hazırla neredeyse güneş doğacak...ayçiçeklerini hazırla o çukurda...güneş doğacak !...anlatıyorum bol bol...kepçeyle sunuyorum insanlara...ama ellerinde kaşık var ...fazlasını alamıyorlar...ama ben demiştim onlara ,ben sözcü değilim ne de bir peygamber...herkes sadece kendini yaratır demiştim...hiçbir kimse hiç kimse için değildi...hep bildik...dün gece baya kustum ve de yazdım böylece....sanırım litrelerce kan dolmuş olmalı...ve de heybe çok dolmuştu ve bir şekilde onu toprağa boşaltmam gerekliydi …bende benden isteneni yaptım...şimdi huzursuz ve de tekinsizim...ruhum bir asma yaprağı sanki birazdan siyah üzümler çıkacak...zehirli yiyen ölür..."elimize değen ölür"...içimde tekinsiz bir aitsizlik hali gibi bu ..hazin sonlar için yazılmış hazin senaryolar gibi..."elimize değen ölür"


Murat Uyanık

Hiç yorum yok: