Fotoğraf: Sezen Yalçınkaya

Bir “delinin” defteri…!



13 Mayıs
Saat 17.15:

Gün boyu uğraştılar benle…günlük rutin işlere boğdular beni…bazen aslında onların tam da görmek istediği gibi davranıyorum…hoşlarına gidiyordur kanımca…mutlu bile oluyorlardır…”iyileştirdiklerine” inanıyorlardır…ama bazen en olmadık zamanda öyle şeyler yapıyorum ki akılları almıyor…tüm evreni ateşe verebilirim…bozguna uğratabilirim herkesi..içimde bir “delinin” öfkesi var…onlar buna deli gücü diyorlar..ah benim küçük insancıklarım nasıl da çaresizsiniz kendi çukurunuzda…

Saat 18.50:

Beni yine dört duvarın içine bıraktılar..ama birazdan yine o küçük kırmızı haplarla gelecekler biliyorum.rutin bir iş onların ki..rutin bir iş benimkisi de..içiyormuş gibi yapmak…dilimde dans eden küçük bir kırmızı hap..dilimde eski bir rakkase…ama onlar bunu bilmiyor…hiçbir şeyi…reel dünya ile “iyileştirmeye” çalışıyorlar beni…gerçek dünya nedir ne değildir bildiklerinden bile kuşkuluyum…ben aslında kuşkudan bile kuşkuluyum…insan nasıl doğabilir bir anda ve nasıl oluyor da ölüyor yine aynı anlıkla…tedavilerini boşa çıkarıyormuş gibi bir hissiyattayım..sanırım onların beklentilerini boşa çıkarıyorum…beyaz önlüklü adamların kariyer hedeflerine bir engel teşkil edebilirim..aslında tüm güç bende…elimde eski bir dünya ..onunla oynuyorum ve onu kendi kaosunda yalnızlaştırıyorum…evrimleştiriyorum onu…ve içinden geçiyorum..içinden geçiyor insan yığınları..düşenleri de gördüm … boşlukta kıpırtısız kalışlarını izledim…kendi penceremden bakmak gibiydi..heyecan vericiydi düştüklerini görmek…tüm güç bende ben yaratanım..tanrıyı bile ben yarattım …ve onu bir gece kendi ışığında boğdum…ama bu önlüklüler bilmiyorlar…beni delilikle suçluyorlar…tanrı benim..ve bu evren benim..küçük bir kırmızı hapla mı değiştirecekler her şeyi…ah benim küçük insancıklarım..ellerinde eski bir oyuncak tüm gün onunla oynuyorlar… türlü türlü oyuncakları var anlamaları için daha büyük bir yanılgıyı…oyun oynuyorlar kendi yarattıkları evrende…ah benim küçük insancıklarım nasıl da büyük görünürsünüz kendi küçük evreninizde…sesler geliyor..sanırım küçük kırmızı hap zamanı…hadi güzel dilim…em onların yanılgılarını da görmesinler ateşteki halimi…

Saat 21.10

Akşam terapisi başladı…beyaz önlüklülerin taktığı isim bu..akşam terapisi…toplu terapi..biz tüm “delileri” bir odaya tıkıyorlar…kıçımızda eskimiş metalden bir sandalye..ayağımızda terlikler…konuşturuyorlar bizi….biz konuşuyoruz onlar yazıyor…biz konuşuyoruz onlar notlar alıyor…sanırım bu da bizi “iyileştirme” çabalarından biri…herkes konuşuyor onlar susuyor…durun durun söz hakkı bana geldi…gömleğimin cebinde tüm sorularının yanıtları… gömleğimin cebinde gizli bir manifesto..söz hakkı bana geldiğinde usulcana çıkaracağım ve de tüm gücümle okuyacağım…anlamayacaklar ne oluyor diyecekler…suratlarında ki şaşkınlık edalarından tutacağım onların…ve tüm gücümle yere sereceğim onları…kelimeler ..kelimeler..bir delinin gizli kelimeleri…kelimeler kelimeler bir delinin dansı… konuşmalıyım..konuştukça tepelerine binmeliyim..onları ben yarattım ve onları kendi sözcüklerimde boğacağım…ve işte sıra bana geldi…sıkı durun ey insancıklarım…!

Salyangozları bilir misiniz pek sevgili doktorlarım ….salyangozları anlatacağım size bu akşam …
Bir salyangozun ilk dilinden yazılmış sözleri:
Toprağın altında usulcana örülü bekleyişlerle duruyordum…bir kıpırtı gelse hemen kendimi atacaktım ama bir türlü beklediğim an gelmiyordu..nedir bu sessizlik kimse anlamaz mı..nereye gitti herkes…kim bıraktı bana bu boşlukları….boşluklar…boşluklar sadece nefes almamı sağlıyorlar..oysaki daha fazlası içindi her şey neden göremediler…neden en olmadık zamanda bırakıldım bu delikte….biraz olsun kıpırdayabilsem benden başkaları da vardır bu toprak altında eminim..
bize salyangoz derler…ve bizden tiksintiyle bahsederler…kendi aralarında konuşurlarken duydum…çok fenalar…bize yapmadıklarını bırakmıyorlar….nasıl yaşanır böyle…bir çıkabilsem ,bir atabilsem kabuğumla kendimi dışarı göstereceğim ben onlara…ellerine yapışacağım …yüzlerine yapışacağım..beni melek sanacaklar….kabuğumu kırmak isteyecekler..izin vermemeliyim…izin vermemeliyim ..izin veremem un ufak olmama…toprağın altında usulcana beklemenin kime ne yararı var…olsa olsa yapacaklarımı tasarlamama yardımcı olur…bana iyilik yapıyorlar ama henüz bunu bilmiyorlar…başlarına çorap öreceğim…görecek onlar sıradan bir salyangozun bile neler yapabileceğini…ben tek başıma böyleyken bir çoğumuz neler yapabilir…”onlar” için bunu düşünmek bir hayalden ibaret olabilir ama bizim için bir gerçeğin ta kendisi…ordu kurmalıyız..ordu kurmalıyız..tıpkı onların ordularına benzeyen…silahlarımız kabuklarımız…yapışkan sıvı yüzlerinde…yapışkan sıvı ruhlarında..teslim olun …kaçacak yeriniz yok…ordular..ordular…salyangoz orduları…benim salyangoz ordum…benim ben bir ideayım…ben bir salyangozdan çok daha öteyim…salyangozüstüyüm…görün beni…çıkarın beni bu toprağın altından…çıkarın da görün neler olacağını..ordularınızı mahvedeceğiz…tek bir iz bile bırakmayacağız sizden…hele bir yağmur yağsın…bir yağmur yağsın o zaman çıkaracağız kendimi….çıkaracağız kendimizi bu kokuşmuşluktan…hele bir yağmur yağsın tepenize akacağız akışkan sıvımızla…şaşıracaksınız..anlam veremeyeceksiniz….onlar sadece bir salyangoz nasıl olur…nasıl olur diyeceksiniz….anlayamayacaksınız…kirli ellerinizde izlerimiz….kabuklarımızda sizin iziniz….korkun…korku salyangoz bahçesinden…bizim bahçemiz…hür adımların ilk gölgesi…iri bir meyve gibi olmuşluğumuza üzülün şimdi…iri bir yağmur tanesi taşıyacak beni…bizi…yukarılara…göğe…oradan da sizin tepenize…yer değiştireceğiz…birazda siz tadın toprağın altındaki boşluğu..nefes almak size göre değil…salyangoz bahçem…benim yeni ülkem….tadın beni…adımı görün…bize verdiğiniz ve de tiksintiyle karşıladığınız her gün için….ellerinizde akışkan sıvımız dolaşırken yüzünüzü saklamaya uğraşacaksınız..ellerinizde bizim oraların nefes boşluğu….ordular ordular salyangoz orduları…bizim bahçemizin üstüne kurduğunuz medeniyete bir sıvı akacak…kırmızıyla karışık baştan sona….baştan sona kadar anlayacaksınız ama yüksek gururunuzdan ses edemeyeceksiniz…ordular ordular salyangoz ordusu…bir bahçede..salyangoz bahçesinde ilk yağmuru bekleyen…ilk yağmurda tepenize bineceğiz ey insanoğlu…ilk yağmurda geliyoruz sırılsıklam…hazırlanın ..kuşanın ordunuzla…karşılayın….bizleri yıllarca salyangoz olduğumuzdan hor gürdünüz..bizde ses çıkarmadık..gizli bir teslimiyet haliyle kabullendik bu halimizi..sizlere göre bizler hiç yaşamamalıydık …nefes alacaksak bile toprağın altında alacaktık…. sessizce yaşayışımızı kabul etmeniz bir lütuftu hep bildik….nasılda hünerli elleriniz…nasılda akıllı görünüyorsunuz kendi kalabalığınızda…her şeyi yapar görünüyorsunuz…bir her yağmurda biraz olsun göğü görebilmek uğruna çıktığımızda dışarı ,sadece bir salyangoz deyip bizi un ufak etmiştiniz hatırlayın…nelerimiz gitti.. …suratınızdan şu şaşırmışlık edasını çekin..bal gibi de anlıyorsunuz ne demek istediğimi….ilk yağmur yağdığında…sıkı durun ilk yağmur yağdığında tüm salyangozlar ayaklanacak...çıkıp toprağa göğü görmek kafi olmayacak artık bize….ilk yağmurda ey insanoğlu ilk yağmurda geleceğiz sırılsıklam...göğe erişeceğiz….
ordular ordular salyangoz ordusu…bir bahçede..salyangoz bahçesinde ilk yağmuru bekleyen…


uzun bir sessizlik oldu salonda..bende bu sessizliği bozmadım…beyaz önlüklüler ne diyeceklerini bilemediler… sanırım onları şaşırttım…çok eğlenceliydi…ne olduğunu anlamaları ne kadar sürecek…tüm bu kelimelerin zihinlerinde yarattığı kaosu nasıl açıklayacaklar kendilerine…ah benim küçük insancıklarım…ah benim küçük beyaz önlüklülerim hadi yazın o çok bilmiş edasında yine ..yine notlar alın…beni ne diye göreceksiniz ..yoksa yine bana o küçük kırmızı haplardan mı getireceksiniz…ya da beni yine o yatağa mı bağlayacaksınız..sanrı değil…asıl sanrı tam da sissiniz…
Apar topar gittiler…ne görmeyi umuyorlardı ki…ve bizi yine o soğuk duvarlara kilitlediler…bu akşam çok şaşırttım onları eminim..yüzlerindeki şaşkınlıklarından yakaladım onları ve onla öldürdüm…

Saat 23.30

Herkes uyuyordur şimdi küçük kırmızı hapın etkisiyle…herkes uyutulmuştur şimdi…bense bu dört duvarın aslında olmadığını düşlüyorum…eğer ben tanrıysam her yerde olabilirim…mesela ben şimdi burada değilim… şimdi ayaklarım çıplak çimenler üstünde..elimde taze koparılmış bir öğleden sonrası gelinciği…yüzüm gözüm ıpıslak mavilikte koşuyorum alabildiğine…ne beyaz önlüklüler…ne de benim küçük insancıklarım…mesudum..yanımda güneş büyüyor…


Murat UYANIK…

Hiç yorum yok: